Meşguliyet en güzel şifadır
“Boş zamanlarınızı nasıl değerlendirirsiniz” diye bir soru kalıbı var mâlumunuz. Bazen televizyon programlarında, bazen sosyal medyada bir gönderi şeklinde, bazen bir dost meclisinde muhtelif sebeplerden sorulur bu soru. Her duyduğumda taaccüp ettiğim, hatta anlam veremediğim bir sualdir.
Müslüman birine –bilhassa genç bir mümine- “boş vaktinizi” diye başlayan bir cümleyi kurmak hakaret telâkki edilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. İslâm anlayışına göre “boş zaman’’ diye bir mefhum yoktur. Yememizi, içmemizi, giymemizi, konuşmamızı, yürümemizi, uyumamızı hâsılı hayatımızın tümünü tanzim eden hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz “Bir işi bitirince, hemen başka bir işe giriş, onunla uğraş. Hep Rabbine yönel, O’na yaklaş!” buyurmamış mıdır? Birçoğumuzun ezberinde olan İnşirah sûresindeki bu emir/mesaj çok aşikâr değil midir?
Bir hafta kadar önce ilim meclisinde sözüne itibar edip, sevip saydığımız bir hocamız şu ifadeyi kullandı; “Keşke anne babalarımız bizleri üniversite sınavına, hafızlık kurslarına, iş hayatına hazırlamadan önce uyku düzenimizi ve zamanımızı kullanmayı öğretselerdi’’ dedi. Yüzümüze âdeta bir tokat gibi çarptı bu tespit. Ama bitmedi, ekledi; “Bir çocuğun (affedersiniz) çişini yapmayı öğrenmesinden daha önemlisi, zamanı kullanmayı öğrenmesidir. Çünkü çiş halıdan da yıkanır, yorgandan da yıkanır. Ama kaybolan bir dakikamızı yıkayıp geri getirecek bir makine yok henüz” dedi.
Sevgili dostlar; meşguliyet şifadır. Romantik bir cümle olsun diye söylemiyorum, gerçekten şifadır. Zamanında Edirne’deki Darüşşifa’da kullanılan tedavi yöntemlerinden biri olduğunu okumuştum. Hastaların eline düğümlü urganlar verirlermiş ki hastalar onları açmaya odaklansınlar da o aralar ne dertleri tasaları varsa onları unutsunlar diye. Günümüzde psikoloji ilminde de uzmanların sıkça başvurduğu bir tedavi yöntemi aslında. Çeşitli takıntı ve ruhsal hezimetlerden kurtulmak için hastalarına kanaviçe işlemeyi, puzzle yapmayı, ebru veya hat sanatıyla ilgilenmeyi tavsiye ediyorlar.
Ama biz hasta veya takıntılı olduğumuz için değil, vaktimizi ve ömrümüzü değerli kılalım diye meşguliyet sahibi olalım diyorum. Allah bu ömrü bize boş kişilerle ve boş işlerle geçirmek için vermedi. Değerli şeyleri talep edelim ki biz de değerli olalım.
Gününün yarısını uykuyla, bir kısmını yeme-içmeyle, geri kalanını da malayani yani boş işlerle geçiren bir insan hayatını nasıl anlamlı kılabilir? Bir şey üretmek, birine faydalı olmak, ortaya bir eser koymak, muhtelif alanlarda kendini geliştirip dünyasına veya ahiretine yatırım yapmak varken oyun oynamak akıl kârı mıdır?
“Hobilerin nelerdir?” sorusuna “kitap okumak’’ diye cevap veren insanlar var. Kitap okumak en aslî ihtiyaçtır, bizâtihi kıymetlidir. Kendi kıymetli olduğu için meşgul ettiği zamanımızı da kıymetli kılar.
Hiçbir sanata ilgisi olmayan, hiçbir sporla uğraşmayan, herhangi bir ilme merakı olmayan, hiç şiir okumamış, hiç film izlememiş, hiç insan yetiştirmeyi düşünmemiş, hiç kimseye faydası olmayan etten kemikten HİÇ yığınlarıyla tanışıyorum.
Günlük siyasetin diliyle düşünüyor, fikirlerle değil kişilerle uğraşıyor, mefhuma değil de lafza takılıp kalıyorlar. Ufuklarını genişletmek için hiçbir gayretleri yok. Tek dertleri tuttuğu takımın gol atmaması…
Sevgili dostlar; ben herkes kitap yazsın, şiir okusun, sanat icra etsin, en az iki enstrüman çalsın, üç dil bilsin, fennî veya dini ilimlerde mertebe sahibi olsun demiyorum. Bunu söylemek/istemek ütopik olur, farkındayım. Sözünü ettiğim meşguliyet bunlar değil zaten. Diyorum ki; “Bir işi bitirince, hemen başka bir işe koyul, onunla uğraş.’’ Ayet-i kerimesine neden muhalifiz hareket ediyoruz? Bir esnaf müşterisi gittikten sonra dükkânının önünü süpürsün, bir memur, amirinin verdiği talimatı yerine getirince yeni bir talimat alsın, bir öğrenci yeteri kadar soru çözdüyse biraz da roman okusun. Meşguliyetten kastım sıla-i rahim yapmak, bir dostu sevindirmek, yürüyüş yapmak, fotoğraf çekmek, ağaç dikmek, tamirat işleriyle uğraşmak, teknolojik bir aleti öğrenip onu doğru istikamette kullanmaya çalışmak…
Momentum kanunu şöyle çalışır; Duran beden durmaya, hareket halindeki beden ise sürekli hareket etmeye meyillidir. Üç ay işsiz bir şekilde evinde vakit öldüren insan tekrar iş hayatına zor adapte olur. Yıllardır çalışmaya alışkın olan yaşlılarımızın ise emekli olduktan sonra bile nasıl meşgale aradığı malumlarınız.
Hiç mi durmayalım hocam! Hiç mi zaman ayırmayalım kendimize? Hiç mi yalnız kalmayalım, tefekkür etmeyelim? Hep hareket halinde mi olalım? ...
Diye sorsa bir okuyucumuz “Çok haklısınız’’ diyebilirim ancak. Ben sadece malayaniyi yani boş ve faydasız işleri terk edelim istiyorum ümmet olarak. Zira peygamber efendimiz (s.a.v) öyle buyurmuştu; “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri (malayaniyi) terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.”
Dedikoduyla, oyunla, siyasetle, futbol maçı izlemekle, üçüncü sayfa haberleri okumakla ömrümüzü tüketmeyelim. Asra yemin eden Rabbimiz “İnsan ziyandadır’’ buyurmuştur. Yaptığımız her eylemde şu soruyu kendimize sorarsak belki zamanımızın tanzimi konusunda yol kat ederiz; Bu yaptığım iş dünyama mı faydalı, ahiretime mi?
Hâsıl-ı kelâm;
“Boş zaman” kavramı, sanayileşme döneminde fabrikadaki mesainin dışında kalan zamana verilen isimdir. Oysa zamanın boşu olmaz. Zaten kulun da boş şeylerle işi olmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.