Mustafa AYCAN

Mustafa AYCAN

Şehir Planlamasında Yılan Metodu

Şehir Planlamasında Yılan Metodu

Sevgili dostlar, bu hafta yıllardır anlayamadığım ve anlamaktan ümidi kestiğim bir konuyu sizlerle  paylaşmak  istiyorum izninizle. Hızlı nüfus artışı ve kentleşme, imar sorunlarını da beraberinde getirdi. Türkiye’de imar uygulamalarından kaynaklanan sorunların çözümünde bir yol haritası oluşturabilmek amacıyla, İmar Kanunu, 1982 Anayasa’sı, Şehir ve Ülke Planlaması Kanunları gibi farklı yasal düzenlemeler kapsamında, sorunlara çözüm bulmaya çalışılmakta, tek bir ilke etrafında birleşilememekte.

Türkiye’de 1950’li yıllar ile kırsal kesimden kentlere doğru hareket eden göç dalgası beraberinde, yoğun nüfus ve rastgele yapılaşma problemlerini ortaya çıkarmıştır. Bunu izleyen dönemlerde ilk olarak gecekondulaşma olarak ortaya çıkan bu durum, zamanla yerini rastgele yapılan konutlara bırakmış.

Mevcut kanunlardan öte, Türkiye'nin hemen her bölgesinde karşılaşabileceğiniz ve benim gerekçesini asla anlayamayacağım sorunumda tam burada başlıyor. Konuyu net anlatabilmek için yaşadığım şehir, Konya'dan bir örnek vermek istiyorum.

90'lı yılların başlarında çoğu kooperatif şeklinde boş ve düz bir araziye kurulan, Bosna Hersek Mahallesi; Türkiye’nin birçok ilinden daha fazla nüfusu sahip ve 100 bini aşkın nüfusuyla Türkiye’nin en büyük mahallesidir. Mahallenin nüfusu, üniversite öğrencileri de dikkate alındığında 130 bini aşmaktadır. Üstelik bölge gecekondu önleme bölgesidir ve tamamen düz bir araziye yerleştirilmiştir. Mahalle kuruluş tarihçesi kısa bir süre önceye dayandığından, günün teknolojik imkanlardan faydalanma imkanı da çok geniştir. Öncesinde bir yerleşim olmadığından istimlak, kamulaştırma vs. gibi adli problemler ile boğuşulmayacak, tam bir beyaz sayfadır.

Bu beyaz sayfayı, daha ana sınıfında cetvel kullanmaya başlayan bir ilkokul öğrencimize versek, bir köy çiz deseniz köy için çizeceği 4 evi belli bir nizam içinde çizer değil mi?

Oysa durum hiç de öyle olmadı. Yukarıda da bahsettiğim üzere onca gözlemim, benim asla anlayamadığım şekilde bir karmaşa bir dağınıklık, plansız olarak rastgele ve her türlü planlamadan uzak bir biçimde büyüdü. Herhangi bir estetik kaygı gözetilmeden, insanların doğal ihtiyaçları dikkate alınmadan başlayan kentleşme, ısrarla ve inatla dağınık ve çarpık şekilde gelişti ve aynı şekilde bu uygulama devam ediyor. Öyle ki bugün navigasyon cihazınız yoksa Bosna Hersek mahallemizde ne bir adres bulabilir ne de mahalleden çıkışı bulabilirsiniz.

Sevgili şehir planlamacısı kardeşlerime bu beyaz kağıt verildiğinde, binaların yerlerini, kalem gibi bir nizam dahilinde dizseler, caddeler 1. cadde, 2.cadde, 3. cadde... diye gitse, 40 tane mini parkçık yapılacağına bir tane koruluk yapılsa, okulu, hastanesi, sosyal alanları tüm mahalle sakinleri gözü kapalı bulsa, devletin böyle bir yapıya eski Nokia telefonların yılan oyununda izlenen yol gibi elektrik, su götürmektense tek ana arterden dağıtım yapsa, itfaiyesi, ambulansı seri hizmet verme imkanına kavuşsa, şehir içi ulaşım için verilen dolmuş, otobüs seferleri, engelli erişimi kolay sağlansa... bunun nesi yanlış olur, ya da bunu düşünmek için şehir planlaması okumaya gerek var mı?

Hadi ben bilmiyorum, aklım ermiyor diyelim. Hemen her alanda örnek aldığımız batıyı, Kopenhag Kriterleri'nde bu fasikül yok diye mi örnek almayız.

Bu aralar şehre ihanet ettik diyecek kadar problem olarak gördüğümüz dikey yapılaşma sorunu, sanki yatay yapılaşmada daha vahim gibi görünüyor.

Özellikle, son 10 yıldır hayatımıza giren ve 2021'deki projelerde bile çarpım tablosu modeli ilkesinden ödün vermeyen Toki konutlarının yerleşim planlarına bir bakın ne olur. Geçtim şehir planlamasını, site kurmakta dahi intizamdan ne kadar uzağız.

Herhalde benim aklımın almadığı ve canım ülkemin her köşesinde devam etmekte olan bir Türk Yerleşim Modelidir bu.

Dedim ya ben anlamıyorum yapılmak isteneni, değilse ne, eminim oy çokluğuyla şehrin anahtarını teslim ettiğimiz başkanlarımızın, ne liyakat sistemiyle atadığımız bu işe emek veren bürokratlarımızın, ne de, bizim şehir planlamasındaki mühendislerimizin eline kimse su dökemez.

 

Bunun en güzel örneği olan, meşhur bir fıkra ile bitirelim isterim haftayı;

1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye'ye. Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. o zamanlarda yol güzergahını belirleyecek alet yok, eleman yok.

Nafıa mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından, elemanlar şerit metre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış. Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:

- ne yapıyorlar böyle?

- rampada yolun güzergâhını belirliyorlar.

- anlayamadım?

- eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergahı belirliyoruz. Deyince Amerikalı gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:

- peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?

Kayserili cevap vermiş:

- Amerika'dan mühendis getirtiyoruz.

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa AYCAN Arşivi