Göçmen ya da mülteci çocuğu olmak
Adına ne derseniz deyin ister göçmen, ister mülteci isterse ensar, bu insanların çilesinin en büyük yükünü çocukları çekmektedir. Yaşları küçük, dertleri şimdiden çok büyük olan bu çocuklar yarın ne olacaklar?
Son birkaç gündür televizyonlardan izlerken gördüklerimden çok etkilendim. Sınır kapılarının açıldığının duyurulmasından sonra akın akın sınıra koşan, sınırda Avrupa’ya geçmek için bekleyen bu insanlara uygulanan muamelede arada kalan çocukların gözlerindeki o korku, o belirsizlik, o çaresizlik karşısında insanlığımdan utandım.
Başta Yunanistan olmak üzere demokrasinin beşiği olmaktan övünen, insan hakları savunuculuğunda mangalda kül bırakmayan Avrupa Birliği ülkelerinin bu ailelere ve özellikle çocuklara uyguladığı şiddetten utandım. Biber gazı, ses bombası arasında kalan bebekler, çocuklar, kadınlar, tarifi imkânsız perişanlıklar ve acılar…
Suriye’de rejimin zulmünden kaçarken yollarda perişan olan ailelerin çocuklarının, silah sesleri ve bombalar altında kaçışan annelerin kucaklarındaki emzik emen bebeklerin, çocukların yüzüne bakmaktan utandım. Ve bütün bunları bir oyunmuş gibi çocuklarına anlatma çalışan anne babaların çaresizliğinde utandım.
Ülkemizde resmi sayıları dört milyonu bulan göçmenlerin misafirliği neredeyse on yıla yaklaştı. Doğar doğmaz bebeklik ve çocukluk çağlarında yaşadıkları bu dramı ömür boyu unutamayacaklardır. Acaba insan hakları savunucuları ve demokrasi utanıyor mudur?
Madalyonun bir tarafı daha var ve ben buna makul bir cevap bulamıyorum?
Bir anne- baba için çocuk sahibi olmak çok güzel bir olay. Allah isteyen herkese versin. Ama bir anne baba çocuk sahibi olmadan önce bu çocuğu ben nasıl ve nerede dünyaya getireceğim? Nasıl besleyip büyüteceğim? Nasıl eğitim vereceğim? Geçimini nasıl sağlayacağım? Gibi soruları sormaz mı?
Yahu Allah aşkına bir çocuk tamam. Biri kucakta, biri çocuk arabasında, ikisinin elinden tutmuş sürüklüyor, ayakları çıplak, başı açık, sırtında eğreti bir kazak bluz mont vs. Bu kadar çocuk dünyaya getirmenin mantığı var mı?
Bu bebekler ve çocukların pek çoğu Türkiye’de doğdular. Bu insanlara kaldıkları kamplarda, kaldıkları şehirlerde ilgili ve yetkililer tarafından aile planlaması, gebelikten korunma, çocuk bakımı, çocukların psikolojisi gibi temel dersler verilmez mi?
Başa dönersek, doğdukları günden itibaren yokluk ve yoksullukla tanışan, perişanlığı hayat tarzı olarak öğrenen bu çocukların kendi insiyatifleri dışında gelişen olaylar yüzünden yaşadıkları dram ve acıların akıllarında bıraktığı izi ve psikolojiyi siz düşünün.
Bundan on on beş sene sonra hayatta kalabilenlerin, genç veya yetişkin olarak yaşadıkları toplumda ne tür davranışlar sergileyeceğini, bu günleri hatırlayıp kendilerine bunları yaşatanları hiç de sevgiyle ve minnetle anmayacaklarını düşünmek için kâhin olmaya gerek yok.
Yaşları küçük ancak taşıdıkları yükleri büyük olan bu insanların büyüdükleri zaman en çok sevecekleri şarkı olarak Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya” olacağını ve şöyle mırıldandıklarını duyar gibi oluyorum.
Yazıklar olsun, yazıklar olsun
Kaderin böylesine, yazıklar olsun
Her şey karanlık, nerde insanlık
Kula kulluk edene yazıklar olsun.
Batsın bu dünya, bitsin bu rüya
Ağlatıp da gülene, yazıklar olsun…
Kalın sağlıcakla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.