Kabınız hangi şekil?
Yaşamsal döngülerin içinde kıvrıla kıvrıla yaşadığımızın bilincindeyiz sanıyoruz. Ama bu kıvrak kıvranmalar içerisinde su gibi akarken, neleri gözden kaçırıyor, nelerin üzerini çiziyoruz, neleri görmezlikten geliyoruz? Ömrümüz boyunca süren milyonlara sığmayan anlar, bizi yaşama görevini yaptığımıza inandıran tatmin makinesi gibi işlemeye devam ediyor.
Gözümün önünde işleyen bir fabrika gibi yaşam olgusu. Sırası gelen ürünler bir kıvama, bir renge, bir şekle kavuşturulup önce bir kabın içine sonra da bir ambalajın içerisine yerleştiriliyor ve görevini yerine getirmek için paketlenip yola çıkıyor. İnsanoğlu bu yolculuğunda kiminin kursağında bir yem görevini kiminin de bir maşası olma biçilmişliğini üstleniyor. Birey olma konusundaki tereddütler akışımızdaki en güçlü direniş. Yıllar boyunca da o ambalaja bir isim bulmak için çabalayıp duruyoruz. Meslek ediniyor ve hatta adına da afili bir isim bulup düzene uygun bir de altın bileziği takıyoruz. Ama kimse sormuyor "Ben bu muyum?” ya da "Ben toplum makinesinin bir icadı mıyım?" diye. Birey olma kaybımız da bu kendimize sormadığımız bu sorularla ile başlıyor. Sorduğumuz vakit ise bir kayıp daha başlıyor ve insan evladı yüzleşemiyor kendiyle, çıkmak istemiyor o kalıptan. Şekillenmiş bir kere, döngüyü kırarsa ne yaşayacağını göze alamıyor. Temelde yatan kaybetme ve evrene bakma korkusu da toplumların en fazla iki ayrım içerisinde sürüler halinde sürüklenmesine neden oluyor. Bu iki ayrım son yüzyılda yön isimleriyle içimize işlenmek istendi ve bunun için onlarca can benliğini bulamadan, nefes alamadan gitti.
Yaşamın bireysel hak olduğunu kendine reva göremeyen insanlar bir de çevresindeki insanlardan bu hakkı esirgiyor. Kendi iç öfkesini var olma savaşını karşı tarafı yok ederek elimine etme gayretine düşüyor. Görünüşte hasetlik, kıskançlık, hor görme gibi görünse de aslında temelde kalıptan çıkma korkusu yatıyor. Yüzyıllar boyunca ahlak ve din kavramları birbirine karıştırıldı ve bazı fabrikasyonların etiketleri, sözde ahlak eksikliklerini tanımlayan kelimelerle basıldı. Düşünülmedi; o insan ona dayatılan kalıbı çatlatmıştı belki ve her şey belki kırıldığında çok daha farklı yaşanılası olacaktı.
Öte yandan bu durumu fırsata çevirenler de yok değil. Ama yine bir anlam kayması yaşanıyor. Kalıbını kıranlar farkındalık çatısı altında kendi ambalajlarını şekillendiriyor. Çoğu zaman ticari çatı altında yapılıyor, neden? Çünkü olması gerekeni kendilerine bir imkan olarak çevirmeyi başarıyorlar. Bu çatılar aslında bizde olanları bize farklı yöntemlerle yeniden pazarlıyorlar. Aslında onların belli bir miktarda sunduğu kuram ve tavsiyeler bizim zaten özümüzde var, sadece görmek yeterli. Soru sormak ve amaçlarımızı bilmemiz yeterli. Belki bu konuda yardım almakta fayda var. Yeter ki şekilden şekle gireceğimiz bir form öne sürülmesin.
Bunu gerçekten istiyor muyum? Bu gerçekten benim özümü yansıtıyor mu?
Toplumsal kurallar vardır, din kuralları vardır, ahlak kuralları vardır. Kalabalıklar içerisinde uymamız gereken etikler vardır ama tüm bunlar, bizim sıkıştırılmış olduğumuz o kalıpta kalmamız içim bir sebep olarak gösterilemez. İşin kolayına kaçmak, saklanmakla eşdeğerdir.
Kalıplarınızı nazikçe kırın, başkalarını değil...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.