“Post Truth” savaşlarında Gaslighting mağdurları
Psikolojik savaşın maliyeti daha az, sonuçları ise daha kalıcıdır. Klasik savaşta yenilen bir grubun/toplumun, yeniden kendini toparlayıp ayağa kalkması mümkün olabilir ama psikolojik savaşta kaybetmiş, zihinleri esir olmuş kişi ve kitlelerin özgürleşmeleri mümkün değildir.(M.Gültekin)
Savaş, başkalarının alın teri, emekleri ve kanıyla yaşamaya alışmış insanların vazgeçemedikleri bir durum olarak tanımlansa da günümüzde bunlara ilave olarak küresel güçlerin ve bunlara boyun eğen tüm işbirlikçilerinin, kendi toplumları başta olmak üzere insanların zihin ve ruh dünyasında hakikatten uzaklaştırılması adına insana/insanlığa yaptıklarının farkında olabiliyor muyuz?
İsrail’in “Post Truth” savaşı da yaptığını geçen hafta ki yazımızda kaleme almıştık. https://bbnhaber.com.tr/yazarlar/yilmaz-tasci/post-truth-4844
Yapılan bu savaş beraberinde Gaslighting konusunu da gündeme getiriyor.
Siyonist İsrail Devleti bir taraftan Gazze Halkına fiili olarak acımasızca saldırıp soykırım yaparken, Birleşmiş Milletlerin(!), diğer İslam ülkelerin bu tablo karşısında sessiz kalmaları, zulmü durduramamaları, İsrail’in tüm dünyayı bir nevi Gaslighting mağduruna çevirdiğinin de bir göstergesi olsa gerektir.
Gaslighting?
Genellikle sanrıya zorlamak, yanıltmak, gerçeklik algısını bozmak, zihinsel karartmak veya psikolojik manipülasyon gibi bir çok tanım yapılabilir.
Kişinin bilinçli veya bilinçsiz olarak karşısındakinin davranışlarını veya algısını belli stratejiler kullanarak yanıltmayı, değiştirmeyi hedefleyen sosyal etki türü de denilebilir.
Gaslighting kavramı İngiliz yazar Patrick Hamilton’un 1938 yılında yazdığı ‘Gas Light’ oyunu ile ilk kez ortaya çıkmıştır. Sonrasında 1940 yılında İngiltere’de ve 1944 yılında ise Amerika’da çekilen film versiyonları ile toplumda büyük etki yaratmıştır. Oyun özetle, gaz lambasını eşinden habersiz bir şekilde her gün yavaş yavaş azaltan manipülatörün, bunu saklaması ve eşini delirdiğine ikna etmek için yaptığı psikolojik manipülasyonların zamanla eşinin gerçeklik algısının bozulmasına ve kendinden şüphe etmeye kadar gitmesini anlatan bir hikâyedir. Merak edenler dijital platformlardan bu hikâyeye ulaşabilirler. Konumuz elbette bu değil.
Bebeklerin ve masumların katledildiği bir dünyada Hakikatinde öldürülmeye çalışılması gerçeğidir. Gaslighting de kişiler arası bir durumdan bahsedilse de İsrail bunu tüm dünya karşısında uyguluyor.
Hakikat her alanda İsrail’e teslim edilirse yaşama hakkından bahsedilmeyeceğini dünya izlemek zorunda kalıyor.
Böyle bir ortamda maalesef hakikatin tek koruyucuları başta öldürülen masum çocuklar ve insanlar oluyorlar.
Her şey hakikati görmekle başladığına göre bizler bu işin neresindeyiz? Yaşananlar karşısında düşünce ve ruh dünyamız başta olmak üzere neleri kaybettiğimizin farkında mıyız?
Hakikatler her daim ortada dururken, insanlar asıl hakiki kaynaktan uzaklaşıyorlar ki ancak bu kadar körlük meydana gelebilsin ve Gaslighting mağduruna dönüşebilsinler.
Kıyam etmeden hakikate ulaşmak, bu mağduriyetlerden kurtulmak, neleri kaybettiğimiz/kaybedeceklerimizin farkına varmak mümkün görülmüyor.
Rahmetli Cemil Meriç’in eserlerinden bir hikâye bize bu konuda farkındalık kazandıracaktır diye düşünüyorum:
“Pers imparatoru Kambis, Mısır seferine çıkarken zaferinden emindi. Çünkü bütün kâhinleri ittifak halindeydi. Zühre yıldızı demişlerdi hep bir ağızdan; ‘İmparatorun burcuna girdi.’ Mısır’ın fethi yakındı.
Öyle de oldu. Kırk gün kırk gece sürdü Nil’in yanı başındaki savaş. Ve Mısır düştü.
Ama önceden müjdelenmiş bu fetih acımasız Pers İmparatoru’na kâfi gelmedi.
Merkiz Kalesi’nin önüne bir otağ kurdurdu ve mağlup Mısır Kralı Kısamelutu’yu huzuruna çağırttı. Amacı belliydi:
Mağlup kralı daha da aşağılamak.
Muzaffer Pers alayları otağın önünden geçti önce.
Ardından da mağlup Mısır ordusunun Generalleri; başları önde ve yüzlerinde horlanmanın utancı.
Generalleri öteki rütbeli askerler izledi; süngüsü düşmüş Mısır ordusunun sefil artıkları... Hangi Kral bu utanç verici manzara karşısında aşağılanmanın ezikliğini duymaz ki?
Oysa Mısır Kralı gözünü kırpmamıştı, öylesine gururluydu, öylesine soğukkanlı.
Perişan bir halde önünden geçen ordu sanki kendi ordusu değilmiş gibi.
Sonra Kral’ın sevgili kızı Mısır Prensesi geçti otağın önünden beş paralık bir cariye kılığında. Pers ordusunun çirkin bir aşçı yamağı saçlarından tutup sürükledi prensesi. Bunu gören Mısır ahalisinin acı çığlığı yeri göğü inletti.
Hangi yürek o güzeller güzeli prensesi böyle bir düşmüşlük içinde görmeye katlanabilir? Fakat Mısır Kralı’nın kılı dahi kıpırdamamıştı. Bir aşçı yamağının cariyesi olan kız sanki kendi kızı değilmiş gibiydi.
Az sonra kralın biricik oğlu veliaht prens geçti otağın önünden...
Kolları bağlı, ayakları prangalı, iki yanında dağ gibi birer Pers askeri darağacına doğru sürüklediler veliaht prensi ve hemen oracıkta idam ettiler.
Fakat Kral kılını bile kıpırdatmadı. Az önce idam edilen oğul sanki kendi oğlu değilmiş gibi...
Sonunda hizmetçisi geçti otağın önünden. Mısır Kralı yerden yere attı kendisini.
Hizmetçisini zincire vurulmuş görünce acımasızca yumruklar göğsünü, dövündükçe dövündü, iki gözü iki çeşme...
Pers İmparatoru hem memnundu bu manzaradan hem de hayretler içindeydi.
Ordusunu, kızını, oğlunu, ülkesini, her şeyini kaybetmiş bir Kral soğukkanlılığını korudu da; maiyetinde en değersiz kişinin, hizmetçisinin perişanlığını göründüğünde böylesine yıkıldı.
Neden?
Çünkü insan en değersiz şeyini kaybedince her şeyi kaybettiğini anlar.”
Son söz ve temennimiz:
Sınırlarda yapılan savaşların yanında, sınırların olmadığı “Post Truth” savaşlarında, Gaslighting mağdurlarına dönüşmeden, “Hakikati, hafızalarımızı ve ruhumuzu kaybetmemek ümidiyle…”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.