Tüketirken Tükenmek…
İktisadımız, siyasal ve kültürel alanlarımız başta olmak üzere, bir türlü alternatif üretilemeyen kapitalist dünya sisteminde, iktidarlar ve yürütülen politikalar değişse de, ülke olarak büyüme, gelişmeler istenen olması gereken düzeyde olmamakta, ülke olarak kısa süreli zenginlik ve toplumsal refah durumlarında bile kalıcılık sağlanamamaktadır. Kapitalizm durmadan her alanda kendini yeniliyor, gizli ve açık düşünce ekseninde insanlığa kurtarıcı olarak kendini kabul ettiriyor, bunun sonucunda da, değerlerinden ve kadim kültüründen alternatif üretmeyen/üretemeyen devletler ve insanları içinde küresel finans sistemlerinin değirmenine sutaşıma işleri de kaçınılmaz oluyor.
Bir durumdan başka duruma geçme olarak ta nitelendirilen tasarruf tekrar gündemimize geldi/getirildi.
Hükümet tarafından bu konuda yeni tedbirlerin hayata geçirileceği konusunda basında geniş açıklamalar yapıldı.
Bakan Şimşek'in açıklamasına göre kamuda tasarruf alanları arasında; Taşıtlar, binalar, kamu istihdamı, idari yapılanmada etkinlik, yurt dışı geçici görevler, enerji ve atık yönetimi, haberleşme giderleri ve diğer cari harcamalar öne çıktığı görülüyor.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan pakette yer alan ifadelerde bu paketin ilk değil ve son olmayacağı da belirtilerek, tasarrufun tüm kamusal alanda olacağı da dile getirildi.
Kadim kültürümüzden bize öğretilen ve gelenler arsındaki değişmeyen gerçeklerden biriside; üretimden ve tüketimden elde edilen gelirlerin sadece zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (bir etkili nimet) olması kimseye huzur getirmeyeceğidir.
İnsanlar ve toplumlar için zorunlu ve kalıcı ihtiyaçlar listesi oldukça kabarık olmakla birlikte üç tanesi her toplumda ortak kabuller arasındadır. Bunlar; gıda/ beslenme gibi temel ihtiyaçlar, ikincisi, kendini savunma, can ve mal güvenliği ihtiyaçlar iken üçüncüsü de dayanışma ve iş birliği ihtiyaçlarıdır. İnsanlar bu ihtiyaçları ancak toplu halde yaşayarak giderebilirler. Toplu yaşama gereği, toplum-insan bütünleşmesinin gereklerindendir. Bu alanda dengeyi koruyan ve gelir dağılımda adaleti sağlayan devletler ve toplumlar refah içinde yaşarlar.
İnsan ve toplumların güçlenmesi ve varlıklarını sürdürebilmesi için toplumsal dayanışma, temel ihtiyaçlar ve güvenlik gibi hiçbir zaman yok sayılmayacak, evrensel ihtiyaçlarının sürekli olarak karşılanması gerekir. Bunu başarabilen toplumlar bir taraftan refah ve huzur içinde yaşam kalitelerini yükseltirken, diğer taraftan da ekonomik anlamda dünyaya yön verenler arasında olmuşlardır.
Ekonomi kurumunun üretim, dağıtım ve tüketim olmak üzere üç boyutu herkesin malumudur. Bu üç boyut insanların refah seviyesi nasıl artırılabilir/devletler tarafından arttırılır? gibi sorulara cevap arama ve bulma gayreti olarak ta nitelendirilebilir.
Ünlü düşünür İbn Haldun’a göre “çok besin almak”, “aşırı tüketim” ve “aşırı lükse yönelmek” helak edicidir. Fakat insan bunu idrak edemez. “İsraf”, “haddi aşan tüketim”, “haddi aşan lüks tüketim” ve “teref” hem insanları hem de umrânları telef eder…
İbn Haldun’un bu alandaki tespitleri her çağda canlılığını ve geçerliliğini korumaktadır. Bu konuda devlet ve millet olarak birlikte doğru adımlar atmak mecburidir. Aksi durumda Çinlilere ait bir söz olarak söylenen durum kaçınılmaz olacaktır:
‘Uçurumun kenarında atın yularını çeksen de yararı olmaz...’
Bütün mesele uçurumun kenarına gelmeden gereken doğru adımları atmaktan ibarettir.…
Bazı şeylere sahip olmanın, kazanmanın bedeli kişiliğin yitirilmesi olmamalıdır.
Her çağda devletten beklenen şey, kamu düzenini sağlaması ve her alanda adaletin tesis edilmesi olmuştur.
Bazı kafalar, ancak yasalarla değişiyor. Çıkarılan her yasanın kısa ve uzun vadeli ülke ve millet menfaatine olması gerekiyor.
Yol uzun ve meşakkatli görünüyor. Nihayetinde sabır kaçınılmaz olacaktır.
Üretirken de, tüketirken de tükenmeyelim.
Atılacak tüm olumlu adımların sonu devlet ve millet adına huzur getirmesi dilek ve temennisiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.