TÜRKLERİN SURİYE TARİHİ
Yaşadığı iç savaşın sınır kasabalarımızdaki vatandaşlarımızı bile canlarından ettiği Suriye 402 sene boyunca toprağımız olmuş ama Şam'ı 1 Ekim 1918'de İngilizler'e terk etmiştik. Mustafa Kemal Paşa, Şam'ı kaybetmemizin ardından İstanbul'a gönderdiği bu telgrafta Suriye'nin elimizden çıkışının sebeplerini ve sorumlularını yazıyor...
402 sene boyunca vilâyetimiz olan Suriye'yi biz 1918'de kaybettik ve Şam 1 Ekim günü İngiliz birlikleri ile isyancı Şerif Hüseyin'in adamları tarafından işgal edildi...
Bağdat o tarihten daha önce, 11 Mart 1917'de düşmüş, Irak'ın Musul haricinde tamamı İngilizler'in eline geçmiş, çarpışmalar Filistin ve Suriye cephesinde yoğunlaşmıştı. Alman generali Liman von Sanders'in emrindeki Türk kuvvetleri, Fransızlar ile Şerif Hüseyin'in desteklediği İngiliz birlikleri karşısında 19 Eylül 1918'deki Nablus Savaşı'nı kaybettikten sonra geri çekildiler, von Sanders ertesi gün Nâsıra'da bulunan karargâhımıza yapılan İngiliz baskınında esir düşmekten son anda üzerindeki gecelik entarisi ile kaçıp kurtuldu, daha geriye çekildi ve Suriye'deki kasabalar peş peşe İngiliz işgaline uğradı.
Mustafa Kemal, 19 Eylül'deki Nablus savaşı sırasında Yedinci Ordu'nun kumandanı idi.
Paşa, Suriye'ye gitmeden önce, 9 Ağustos günü Yıldız Sarayı'nda Sultan Vahideddin ile bir araya gelmiş, hükümdara savaşın gidişâtı ve cepheler ile ilgili bazı tekliflerde bulunmuş, bir hafta sonra yeniden buluşmuşlar ve hükümdar Paşa'ya nazik bir şekilde "tekliflerini yerine getiremeyeceğini" söylemişti...
Mustafa Kemal, Sultan Vahideddin ile bu son buluşmasından bir hafta sonra Suriye'ye tayin edildi. Bir cuma selâmlığının ardından padişah tarafından yine huzura çağırıldı, Suriye'ye tayini bizzat padişah tarafından tebliğ edildi ve "Sizden talebim şudur: O tarafları düşman eline geçirmeyeceksiniz!.." sözleri ile uğurlandı.
26 Ağustos'ta Halep'e varan Mustafa Kemal iki gün sonra Nablus'a geçti ve Yedinci Ordu'nun kumandasını eline aldı.
19 Eylül sabahı General Allenby'nin emrindeki İngiliz birliklerinin aylardır beklenen genel taarruzu başladı. Mustafa Kemal'in Yedinci Ordusu çevrilme tehlikesine karşı önce Şeria Nehri'nin doğusuna çekildi. Önceleri yavaş yapılan çekilme gün geçtikçe hızlandı; Şam'ın 1 Ekim'de düşmesi üzerine, İstanbul 5 Ekim'de ateşkes konusunda aracılık yapması için Birleşik Amerika'ya müracaat etti ve Halep'in de 26 Ekim'de elimizden çıkmasının ardından, 30 Ekim günü Mondros'ta malûm mütareke imzalandı.
Dört asır boyunca İstanbul'dan giden valilerin ve mutasarrıfların idare ettiği topraklar, böyle birkaç gün içinde elimizden peş peşe kopup gidiverdi...
Saray, Nablus bozgunundan bir hafta kadar önce, 22 Eylül günü Mustafa Kemal'i "Fahrî Yaver-i Hazret-i Padişâhî", yani "padişahın fahrî yaveri" ilân etmişti... Paşa 30 Ekim'de Liman von Sanders'in yerine Yıldırım Orduları Kumandanlığı'na getirilmiş, bir gün sonra Adana'ya geçmiş ve kumandanlığı devralmıştı...
Mustafa Kemal, Halep'in İngilizler'in eline geçmesinden üç hafta kadar önce, 1918'in 7 Ekim günü İstanbul'a bir telgraf göndermiş, 19 Eylül'de Nablus'ta yaşanan bozgunun sebeplerini ayrıntıları ile yazmış, birliklerimizin İngiliz hücumu karşısındaki savunmasını ve ric'atini anlattıktan sonra telgrafı "Artık, barıştan başka bir çare kalmamıştır" sözleri ile bitirmişti.
Bir-iki kaynak dışında pek bahsi geçmeyen bu telgrafın Sultan Vahideddin'in ailesi tarafından muhafaza edilen özel evrakı arasında bulduğum kopyasını bugün bu sayfada aynen yayınlıyorum.
Mustafa Kemal'in telgrafı: 'Barıştan başka çare kalmadı'
İŞTE, Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Eylül 1918'deki Nablus bozgununun ve Şam'ın da 1 Ekim'de İngilizler'in eline geçmesinin ardından 7 Ekim günü Halep'ten İstanbul'a, saraya gönderdiği telgrafın tam metni:
Eylül on dokuzuncu gecesi düşman evvelâ Yedinci Ordu'ya taarruz etmeye başladı. Düşmanın iki taarruzunu tevkif ettim (durdurdum). On dokuz sabahı garbımızda (batı tarafımızda) bulunan Sekizinci Ordu -Cevad Paşa- kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında inhilâl etti (dağıldı).
Bundan dolayı Yedinci Ordu'nun sağ cenahı ve hatt-ı ric'ati (geri çekilme yolu) tamamen düşman tarafından tutuldu. Sağımızda bulunan Dördüncü Ordu -Mersinli Cemal Paşa- hissizliğin azamîsini ibraz etti (gösterdi). Elzem olan muavenetten istinkaf etti (gerekli yardımdan kaçındı). Buna rağmen her taraftan düşmanla muharebe ederek, cenuba olan cephemi garba tebdîl (güneye olan cephemi güneye çevirerek) ve Vadi-i Şeria nehrinden orduyu geçirerek Cebel-i Aclûn dahilinde ve Der'a-Mezrib hattında ve oradan kemâl-i şeref ve namus ile gerek İngiliz takip kıtaatı (kıt'aları) ile ve gerek Şerif kıtaatı (kıt'aları) ile muharebe ede ede Şam'a kadar gittim.
MUSTAFA Kemal Paşa'nın Suriye cephesindeki silâh arkadaşlarından olan General Ali Fuat Erden, yıllar sonra yayınladığı hatıralarında Paşa'nın cephede geçirdiği günlerde yaşanan bozgunların sorumlusunun Enver Paşa olduğuna inandığını yazacaktı:
"...Yedinci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, bir gün Halep'te bana demişti ki: Harp iyi sevk ve idare edilmiyor. Enver, başkumandanlık vazifesini yapamıyor. Bu gidiş felâkete doğru bir gidiştir. Enver'in çekilmesi lâzım. Ben kendisine söyleyebilirim: 'Sen harbi iyi idare edemiyorsun. Çekilmelisin, senin yerine ben gelmeliyim'.
Bu sözlere şaştım kaldım. Enver Paşa'ya böyle bir şey söylenebilir miydi? Bu, ihtilâl yapmak gibi bir şey olurdu. Şöyle arz ettim: 'Zât-ı devletiniz böyle söyleyebilirsiniz. Fakat Enver Paşa cevap olarak ince altın zincir takılı sağ elinin şehadet parmağını yanı başındaki zile basar. Seryaveri (başyaveri) gelir. Ona 'Paşa hazretlerini yanımdaki odada misafir ediniz. Kimse ile ihtilât buyurmayacaklardır (görüşmeyeceklerdir)!' diyecek olursa ne yaparsınız? Zât-ı devletiniz nasıl 'Sen çekilmelisin, senin yerine ben gelmeliyim' diyebilirse o da seryaverine böyle diyebilir'.
Mustafa Kemal Paşa sustu. Hiçbir şey söylemedi, yalnız 'Hııı' dedi ve muhavere kesildi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.