SULTAN VAHİDEDDİN DOSYASI / SON HÜNKÂR NASIL BİRİYDİ?
SON HÜNKÂR NASIL BİRİYDİ?
SALTANATINA VE HANEDANINA DARBE YAPILIP MAĞDUR MU EDİLDİ?
DEVLETİNE VE ÜLKESİNE İHANET EDEN BİRİ MİYDİ? YOKSA VİZYONU VE MİSYONU SONA ERDİĞİ İÇİN SALTANATINDAN VE HANEDANINDAN FERAGAT MI ETTİ?
SALTANATIN KALDIRILMASI VE CUMHURİYET'İN İLANI BİR DARBE MİYDİ? YOKSA TÜRK DEVLET NİZAMININ ZATEN ÇÖKMÜŞ BİR REJİMİN YERİNE PIRIL PIRIL, GENÇ BİR YÖNETİM ŞEKLİNİ VAR ETMESİ MİYDİ?
Bugüne kadar Osmanlı’nın son padişahı Sultan VI. Mehmed Vahideddin’le ilgili görüşler iki farklı uçta incelenmiştir.
Birincisi; Vahdettin vatanını sevse idi onca askerimizi şehit eden İngilizlerin gemisi ile kaçıp gitmezdi. Monşerin tek derdi tahtı idi.
İkincisi; Vahdettin kaçmamıştır, sürgün edilerek vatan hasretiyle bu dünyadan göçmüştür. Saltanatına da darbe yapılmıştır. Hayatı ve ailesi tehdit altındaydı. Böylesine müşkül durumda olan birinin ülkesini zorla ve hüzünlü bir şekilde terk edişine kaçma diyenlerin kendi vicdanından şüphe etmesi gerekir.
Şimdi biraz soluklanıp tarihe objektif ve sağduyulu bir perspektiften bakmak gerekir. Dahası Vahdettin için “kaçtı” diyenlere de şunu sormak gerekir?
“Madem Vahdettin ülkesini terk edip yurt dışına kaçan bir adamdı, o zaman yanına neden zevcesini, kız evladını, hatta kuruşuna kadar tüm servetini, mal varlığını da yanında alıp beraberinde götürmedi?”
Şimdi hep birlikte bu durumu ele alarak bu tartışmalara karşı sadece ve sadece tarihin ne diyeceğine kulak verelim.
Türbesi Türkiye'de olmayan tek Osmanlı padişahı olan Sultan Vahdettin Osmanlı İmparatorluğu'nun 36. ve son sultanı aynı zamanda 115. İslam halifesidir.
Osmanlı saltanatının son bulmasının ardından yurt dışına giden Sultan Vahdettin 16 Mayıs 1926'da San Remo’da vefat etti.
Sultan Abdülmecid'in sekizinci oğlu ve kendisinden önce tahta geçen V. Murad, II. Abdülhamid ve V. Mehmed'in küçük kardeşidir.
Çok küçük yaşta anne ve babasını kaybetti. Sultan Abdülmecid'in ikballerinden Şayeste Hanımefendi tarafından büyütüldü. Tahta geçiş sıralamasında çok aşağılarda olduğu için gözden uzak bir yaşam sürdü. Gençlik yıllarında gizlice medrese derslerini takip etmiş, bu özelliği ile tahta çıktıktan sonra kendisine arz edilen şer'i konulara müdahale edebilecek derecede yetkinleşmiştir. Hat, musiki ve edebiyat sanatlarıyla ileri seviyede uğraşmıştır.
İlk evliliğini bu dönemde, ablası Cemile Sultan'ın sarayında görüp beğendiği Emine Nazikeda Hanım ile yapmıştır. Cemile Sultan, çok sevdiği Nazikeda üzerine başka bir eş almaması şartı ile Vahdettin'in talebini kabul edeceğini bildirdiğinde ablasının şartını kabul etmesine rağmen, bu evlilikten dünyaya Sabiha Sultan ve Fatma Ulviye Sultan geldikten sonra doktorların tıbben bir daha doğum yapamayacağı bildirilmesi üzerine eşinin de rızasını alarak başka evlilikler yaptı. 1912'de tek oğlu Mehmed Ertuğrul dünyaya geldi.
Ağabeyi II. Abdülhamid'in uzun padişahlığı sırasında, Çengelköy'de mimar Alexandre Vallaury'ye yaptırdığı köşkünde münzevi bir hayat yaşadı. Diğer şehzadeler hakkında padişaha jurnal yazmakla suçlandı. V. Mehmed tahta geçtiğinde, Sultan Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzeddin Efendi veliaht oldu. Yusuf İzzettin'in 1 Şubat 1916'da bir yurt dışı seyahatine çıkacağı gün henüz aydınlatılamayan bir şekilde intiharı üzerine Vahidettin kendisinin dahi beklemediği biçimde veliaht oldu.
1917 Aralık ayında yaveri Mustafa Kemal Paşa eşliğinde beş haftalık Almanya seyahatine çıktı. 3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümü üzerine 57 yaşında tahta çıktı.
Tahta çıkışından kısa bir süre sonra Şeyhülislam Kazım Efendi’ye şöyle dediği anlatılır: "Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri vücutça rahatsız olduğumdan layikiyle tahsil edemedim. Yaşım kemale erdi, dünyada bir emelim kalmadı. Biraderle hangimizin evvel gideceğimiz malum olmadığından bu makamı bekleyişte değildim. Fakat takdiri ilahi böyle teveccüh etti, bu ağır vazifeyi deruhde eyledim. Şaşmış bir haldeyim, bana dua ediniz."
Aile mensupları, padişahın cülûsu tebrik için gelen yakınlarına “Tahta değil, kubura oturdum” dediğini de nakletmiştir.
VAHİDEDDİN TARAFINDAN VERİLEN 9. ORDU MÜFETTİŞLİĞİ GÖREVİ, ATATÜRK’ÜN SAMSUN’A ÇIKIŞ BİLETİ OLUYORDU
16 Mayıs 1919 tarihinde Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Paşa, Yıldız Sarayı'nda padişahı ziyarete gitti.
Sultan Vahideddin, Anadolu'daki ayaklanmalardan dolayı İngilizlerce sıkıştırılıyordu ve çok müşkül bir durumdaydı. Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Paşa ve Sultan VI. Mehmed Vahideddin, diz dize değecek kadar yakın oturdular. Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği yeni görevin Samsun’da 9. Ordu Müfettişliği olduğunu bildiren Sultan VI. Mehmed Vahideddin, elinin altındaki kırmızı deri kaplı kitabı işaret ederek:
“Mustafa Kemal Paşa, bugüne kadar devlete çok hizmet ettin. Bu başarılarının hepsi tarihe geçmiştir. Artık yeni yapacağın vazife daha mühimdir. Şimdi de devleti kurtarabilirsin. Yanına güvendiğin adamlarını al” dedi. Padişahın elinin altındakinin bir tarih kitabı olduğu anlaşılıyordu. Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği karşılık da aynen şöyle oldu:
“Merak buyurmayın efendimiz, vatanın kurtuluşu ve bağımsızlığı için elimden geleni yapacağıma inanabilirsiniz. İradeyi seniyyeniz olursa hemen harekete geçeyim.”
Padişahın son sözü “Başarılı olmanızı dilerim.” oldu.
Yıldız Sarayı'ndan ayrıldıktan sonra Harbiye'den arkadaşları ile akşam yemeği için Tokatlıyan'ın lokantasında buluşan Mustafa Kemal Paşa için bu mekan yabancı bir adres değildi zira buraya arkadaşlarıyla birlikte öğrencilik yıllarından beri hep gelirdi. Lokanta tıklım tıklım doluydu. O süreçte kirli ayaklarıyla İstanbul'u çiğneyip toy etmekle, şov yapmakla meşgul olan İngilizler pek bir bahtiyardı. İngilizlerin artistçe tavırlarına iğrenerek bakan Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin bu neşelerini kısa kesmeye, işgalcilerin heveslerini kursaklarında bırakmaya, onları yurttan kovmaya, ülkesine uzanan namahrem ellerini kırmaya içinden yeminler etti. Bu ettiği yeminleri hayatı pahasına yerine getirecekti. Lokantada oturur oturmaz şef garson kendilerini tanıyarak Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının oturmuş bulundukları masaya geldi.
Harbiye'den beri tanıştıkları bu garson ile biraz sohbet edip siparişleri verdiler. Siparişleri not ederken oldukça üzgün görünen ve niçin böyle olduğunu izah eden şef garsonu mutlaka düşmanın geldiği gibi gideceğini söyleyerek teselli eden Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, yemekten sonra emperyalistlere karşı yürütülecek askeri direnişin planlarını yapmaya başladı. Artık vedalaşacakları vakit “Ya istiklâl, ya ölüm” diye haykırarak aralarında akitleştiler. Artık verilecek anti-emperyalist mücadelenin parolası belliydi:
“Ya istiklâl, ya ölüm”
Yola çıkılacak tarih olan 19 Mayıs 1919 öncesi binbir itinayla yürütülen çabalarla sonunda kendilerini Samsun'a götürecek bir kaptan bulan çiçeği burnunda 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, arkadaşı Fuat'ın kulağına eğilip İngilizlerin binecekleri vapuru izleyebileceklerini hatta batırabileceklerini söylemesi üzerine “Burada tutsak yaşamaktansa Karadeniz'de boğulmak daha iyi” diye karşılık vermiştir.
18 Mayıs 1919 akşamı yaveri ile haber gönderip anlaştıkları kaptanı çağırtan Mustafa Kemal Paşa, bir süre sohbet ettiği kaptandan gemi hakkında bilgi aldı. Bandırma Vapuru ile Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını Samsun’a götürecek olan İsmail Hakkı Kaptan, Karadeniz’i çok iyi bilen deneyimli bir denizciydi. Haritayı masanın üzerine açan Mustafa Kemal Paşa, kaptanla beraber gidiş rotasını inceledi. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın ortaya koyduğu tavırla alınan karar sonucu vapur normal rotasında gitmeyecekti. Böylece kendilerini takipte olan İngiliz gemisine izlerini kaybettireceklerdi.
Samsun'a ayak basıldığı andan itibaren milli direniş başlatılmıştı. Bu başlangıcı Havza ve Amasya Genelgeleri izledi.
VAHİDEDDİN ATATÜRK’ÜN SÖZÜYLE ENİŞTESİNİ AZLETTİ
Mustafa Kemal Paşa, Yaveri olduğu Padişah’ın huzuruna çıkıp: “Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın liyakatsizliği ve gevşekliği nedeniyle, kurtuluş hamlelerini engellediğini ve bu nedenle görevine son verilmesi gerektiğini” söylüyor ve Sultan Vahdettin, Onun bu teklifini kabul ediyor ve eniştesini azlediyordu.
28 EYLÜL 1919 TARİHLİ İRADE-İ MİLLİYE GAZETESİ’NDE DİKKAT ÇEKEN KISIMLAR
28 Eylül 1919 Tarihli İrade-i Milliye (Sivas) Gazetesi Sayfa 1
Metinin içeriği günümüz Türkçesiyle aynen şöyle:
Padişahımız Ne Emr İdiyor? Hükümet Ne yapıyor?
En son ve en muhlik felaketlerimizin Ferid Paşa kabinesinden daha büyük bir müsebbibi olmadığını bütün delail-i feci'asıyla anlayan milletin galeyan-ı meşru'unu Veli'ahdı Saltanat Hazretleri'nin ne tarihi bir belagata tercüman olarak iştirak ettiklerini geçen nüshamızın başında neşr ettiğimiz layiha bütün vuzuhuyla isbat etmişti; davamızın meşru'iyetine karşı bir lutf-i ilahi olarak, bugün de tekmil Anadolu efkar-ı umumiyesine Padişahımızın da aynı hissiyat ile mütehassis ve milletiyle beraber olduğunu isbat idecek bir beyanname-i humayuna destres olduk; filvaki' zat-ı hazret-i hilafetpenahi, bundan evvel de, şeref-müsule nail olan bir ecnebi muhabirine vaki' olub bütün cihan matbuatına in'ıkas eden beyanat-ı mülukanelerinde "milletle beraber" olduklarını ve "milletin mukaddesatını müdafa'a içün pençeleşmeye amade" bulunduğunu söyleyerek harekat-ı milliyeyi lütfen takdir etmiş ve hatta cereyanın başında bulunduklarını zımnen ilan buyurmuş olmakla beraber, hükumet-i hazıranın sıyanetinden bahs etmişlerdi: Son beyanname-i hümayun ise hemen kamilen bu mesele hakkındaki nokta-ı nazar-ı şahane-i millete tebşir etmek itibariyle umumun ibret ve minnetini tahrik idecek bir vesika-ı tarihiye add olunabilir.
Osmanlı tarihinde her nokta-ı nazardan yegane bir vesika teşkil idecek olan bu beyannamenin hutut-ı esasiyesini şu suretle ihmal idebiliriz.
1- Padişahımız, Anadolu harekatının tamamıyla meşru' olduğunu ilan iderek cereyan-ı mevcudu lütfen teşvik etmekde ve hatta iştirak-ı humayunlarıyla takviye buyurmakdadırlar.
2- Ferid Paşa kabinesinin takip etmekde olduğu siyaset-i dahiliyeyi şiddetli bir lisan-ı mehabetle takbih iderek menafi'-i hayatiyemize muğayir telakki etmekdedirler.
3- Bununla beraber şimdiye kadar ecnebi kuva-yi işgaliyesine istinaden payidar olabilmiş olan heyet-i vükelaya son bir ihtar olmak üzere "kanuna ri'ayet ve milletin hukukunu sıyanet" lüzumunu ferman buyurmakdadırlar.
Beyanname-i hümayun'un bu hutut-ı esasiyesini muhtevi cümlelerin milletimize harfiyen tebliğini, makam-ı hilafetpenahiye karşı bir vazife-i sadakat ve ubudiyet add ideriz. Evet, padişahımız harekat-ı milliyenin esbabı meşru'adan mütevellid ve binnetice meşru' olduğunu ilan idiyorlar; çünkü beyanname-i hümayunlarının ikinci cümlesinde: "Anadolu ahval ve harekatı, İzmir işgali ile onu takip eden vekayi-i feci'anın ve Anadolu vilayat-ı şarkiyesi mukadderatı hakkında işa'a idilen rivayatın efkar-ı ahalide hasıl eylediği tesirat neticesi olub vukuat ve şayiat-ı mezkureden bilcümle efrad-ı ahalimizle beraber kalbimizde husule gelen teessürat pek amik ve hukuk-u devlet ve milletin sıyaneti emrinde sarf-ı ma-hasal gayret etmek cümlemiz için pek tabi'idir!" buyuruyorlar.
Padişahımız Efendimiz Hazretleri Anadolu harekatının bu suretle sırf esbab-ı milliyeden mütevellid olduğunu ve esbabın tesiriyle kalb-i rahim-i şahanelerinin de kalb fevkal'ade müteessir bulunduğunu söylerken, bakın sadrazam Ferid Paşa Tan Gazetesi muhabirine neler anlatıyor: Filhakika son posta ile gelen 5 Eylül tarihli İstanbul gazetelerinde münderic beyanatı esnasında, sadr-ı lahık Anadolu harekatı hakkında irad idilen bir suale cevaben "Bu hareket, tamamıyla ittihadçı kıyamıdır" diyor! Ve bu suretle milletin en mukaddes hissiyatını ecnebilere karşı gizli göstermek istediği gibi padişahı da tekzib etmekten utanmıyor!”
Yani bu gazete nüshasından aldığımız bu kısımdan anlaşılıyor ki padişahın Anadolu halkına, yanınızdayım mesajını veren bir beyannamesi var ki, gazete sütunlarında alkışla karşılanmış. Mustafa Kemal, 28 Eylül 1919 tarihli nüshada bu beyannamenin Osmanlı tarihinde her bakımdan benzersiz olduğunu yazıyor. "Padişahımız" diyor, "Anadolu harekâtının tamamiyle meşru olduğunu ilan ederek mevcut cereyanı, yani Kuva-yı Milliyeyi lütfen teşvik etmekte ve hatta katılarak kuvvetlendirmektedir."
Üstelik Damad Ferid'in marifetleri de yerden yere vurularak Anadolu hareketine bakışlarının padişah Vahdettin'le A'dan Z'ye ters olduğu vurgulanmış.
Zaten Ferid Paşa’nın hünkarla arası genelde çok iyi olmamıştır ki şu satırlar da bu gerçeği apaçık ortaya koymaktadır:
“Ferid Paşa'nın saraya damat olduğu yıllarda, o zamanlar taht sırasının henüz çok gerisinde bulunan Şehzade Vahideddin Efendi'yle münasebeti sonraki senelerle mukayese edildiğinde iyi değil kötü, hem de çok kötüdür. Meselâ Paşa nikâhtan sonraki günlerde Baltalimanı'ndaki cariyelerden biriyle fazla ilgilenmeye başlamış, bu iş Mediha Sultan'ın bir hayli canını sıkmıştır. Sultan konuyu bir gün kendisini ziyarete gelen kardeşi Vahideddin Efendi'ye açar. Bahçede konuşarak dolaşmaktadırlar. Bahçenin öbür ucunda birdenbire Ferid Paşa görünür. Yaklaşır ve kayınbiraderine yerden bir temenna eder. Şehzadenin eniştesinin bu selâmına karşılığı, elindeki at kırbacını var gücüyle Paşa'nın suratına aşketmek olacaktır.”(Bardakçı, 1998)
Nitekim Vahideddin, çok sonraları da Ferid Paşa'dan bahsederken "...iç meselelerde çok bilgisizdi. Zavallı Ferid Paşa dünyaya İngilizlerin gözlüğüyle bakıyordu. Allah onu affetsin" diye yazacaktır. (Bardakçı, 1998)
Yine Ferid Paşa'nın gemi azıya aldığı sadrazamlık günlerinde bu makama bir başkasını niçin getirmediğini soran kızlarına ya "Elimde başka kim var ki?" yahut "Ferid Paşa haricinde hiç kimse sadrazam olmayı kabul etmedi" diyecektir.
Kızı Sabiha Sultan da sonraları aynı şekilde yazacaktır. Vahideddin Ferid Paşa'dan hoşlanmamakta ama sadarete getirme hususunda mecbur edildiğini söylemektedir:
"Halam Mediha Sultan bazan zevci Ferid Paşa'nın Avrupa seyahatine çıktığı zamanlar Çengelköyü'ne bize gelir, onbeş-yirmi gün kadar kalırdı. Paşa İngiliz usullerine çok riayetkâr olduğundan halam akşam yemeklerine dekolte elbise ile oturur ve annem de kendisine bu kıyafetde refakat ederdi. Babam o zaman smokin giymek Türklerde adet olmadığından siyah ceket ve yollu pantolon giyerdi.
Baltalimanı'ndaki yalı -ki Ferid Paşa'nın hiçbir ilişiği yoktur ve Hazine-i Hassa'ya aiddir- hayatı tamamen değişti. Çok azametli ve haris bir zat olan Ferid Paşa yalıyı bir saray teşrifatına sokmuş suvareler, yemekler, sefirli toplantılar tertiplemiş ve yemeklere bile kendisi smoking, halam açık dekolte tuvaletle inmeye başlamışlardır.
Hiç unutmam, bir gün halamı ziyarete gittiğimde salona aldıkları zaman halam bir koltukta oturuyor ve Ferid Paşa da ona org-piyanoda Haydn çalıyordu. Bunun bir gösteriş, tesir yapmak için bir mizansen olduğuna eminim!
Babam, Ferid Paşa'yı sevmezdi. Karakterleri bu kadar zıt iki insan bulunamaz. Sonuna kadar da sevmedi. Ferid Paşa Avrupa'da bilhassa İngiltere'de bulunmuş, kimseyi ve muhitini beğenmeyen, küçük gören bir adamdı.
Bir gün babamın yanına girdim.
-"Ooo Sabiha, gel bakalım. Ne haberler getirdin, ne var, ne yok?" deyince evvelâ sustum, sonra:
* Darılmazsanız bir haber duydum" diyerek Ferid Paşa'nın sadrazam olacağını duyduğumu söyledim. Babam "Buna inandın mı?" dedi. İnanmadığımı ama söylendiğini tekrarladım.
O zaman, "Benim onun hakkındaki kanaatimi bilirsin. Olmaz böyle şey, inanma!" deyince ben de sevindim ve çıktım.
Aradan kısa bir müddet geçti ve Ferid Paşa sadrazam oldu. Çok üzülmüştüm ve babama bunu açıklamaktan kendimi men' edemedim.
-"Oldu, mecbur oldum, bir gün bunları sana anlatırım" deyince;
"Ne olur, şimdi anlatın... Neye mecbur oldunuz?" dedim.
Söylemedi, saç perçemlerimi eliyle kaldırıp okşadı, öptü, ben de onu öptüm.
Babam o kadar itimad etmedi ki, Ferid Paşa Sevres'e giderken sırf kontrol etmek ve yanlışlardan korumak için tecrübeli Tevfik Paşa'yı da arkasından yolladı”.(Bardakçı, 1998)
Tüm bunlar olurken farklı her katmandan gelen destekle gün geçtikçe büyüyen anti-emperyalist milli direniş, Anadolu'yu sarıp adeta bir çığa dönüşünce çılgına dönen İngilizlerin baskılarına payitahtın direnememesi sonucu Mustafa Kemal Paşa'ya Kazım Paşa'nın daveti üzerine geldiği Erzurum'da bulunduğu esnada telgrafla 9. Ordu Müfettişliği'nden alındığı bildirildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, restle karşılık verdi ve askerlikten komple istifa ettiğini bildirdi.
MUSTAFA KEMAL PAŞA, ÇEKTİĞİ TELGRAFTA SEVR'İ PADİŞAHIN ONAYLAMADIĞINI VE MEİS'İ OSMANLI'NIN VERMEDİĞİNİ YAZMIŞ
Mustafa Kemal Paşa, 1921 Haziranında Antalya Mutasarrıflığı vasıtasıyla Erzurum Mebusu Celaleddin Arif Beyefendi’ye gönderdiği ve bugün pek az bilinen bir mektupta çok ilginç bir hususun altını çizmiş:
Tarih 25 Haziran 1921.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzalı bu ilginç telgraf göstermektedir ki, Mustafa Kemal Paşa; Meis adasının Türk toprağı olduğunu, dahası, Sevr Antlaşması’nın ne İstanbul hükümeti tarafından onaylandığını ne de TBMM tarafından tanındığını, dolayısıyla Meis adasının “Türkiye topraklarına dahil bulunduğunu”, hatta ve hatta Meis adası halkının askere alınmasına İtalya memurlarının itiraz edemeyeceğini beyan etmektedir.
Dikkatlice incelendiğinde Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde Sevr’in Osmanlı Devleti tarafından onaylanmadığını bizzat Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa'nın dilinden aktaran bu çarpıcı telgraf oldukça dikkat çekicidir ve incelenmeye değerdir.
****
ÜLKENİN İŞGALDEN KURTULUŞU VE OSMANLI SALTANATIYLA SON HÜNKÂRIN YERİNİ YENİ TÜRK DEVLETİ’NİN ALIŞI
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun'a ayak basışı ile başlatılan Türk Kurtuluş Savaşı 9 Eylül 1922’de İzmir’in kahraman ordumuzca kurtarılışı ve 13 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması ile muvaffak olunarak sona erer. Bu sırada İstanbul henüz İtilaf Devletlerinin askeri işgali altındadır. Mudanya Mütarekesi ile İstanbul ve Boğazlar bölgesinin TBMM Hükümeti'ne bırakılmasıyla İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti'ni yok saydıklarını ilk defa bir yazılı antlaşma ile ortaya koydular. Tam bu günlerde basın organları da, Vahideddin aleyhinde geniş çaplı ve kamuoyunda etki yapan yayınlarda bulunmakta, halk arasında bazı gruplar hakaret ve tehdit içeren gösteriler yapmaktadırlar.
1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi, çıkardığı iki maddelik bir kanunla saltanatı lağveder (kaldırır). 4 Kasım’da son sadrazam Ahmed Tevfik Paşa istifa eder. 5 Kasım’da Refet Paşa, Babıali’deki bakanlıklara gönderdiği bir genelgeyle işlerine son verildiğini tebliğ eder.
11 Kasım 1922’de İstanbul’daki işgal kuvvetleri kumandanı General Harington ile yaptığı görüşmede memleketten ayrılmayı düşünmediğini söyleyen son padişah Vahdettin, Ankara’dan haber bekliyordu. Zira hatıralarında da yazdığı gibi, Sadrazam Tevfik, İzzet ve Ali Rıza Paşa’lar, “Ankara ile anlaştık. Onun istemediği Ferit Paşa’dır. Zaferden sonra gelip biat edecek” diye Padişah’a teminat vermişti. Beklediği haber gelmedi. Ankara’nın bu saatten sonra gelip “Vazifemiz bitti; emrinizdeyiz padişahım” diyecek hâli yoktu. Zaten Osmanlı I. Dünya Savaşı bozgunuyla hukuken ve fiilen son nefesini vermişti ve hazinesinde bir metelik dahi kalmamış olan yaşlı ve yorgun Osmanlı artık vizyonunu tamamlayarak tarih sahnesinden çekilmişti. Artık genç ve dinamik bir Ankara Meclisi vardı ve esasen Ankara'da TBMM açılınca Yeni Türk Devleti fiilen ve hukuken olarak zaten kurulmuştu. Haliyle son Osmanlı hünkarı Vahideddin de bunun farkındaydı. Bunun için de siyasi bir buhranın ve Anadolu'da bir ikiliğin mesulü olmak istemedi. Torunu Hümeyra Sultan’ın da dediği gibi, muhtemelen korktuğundan ayrılmamıştı. Zaten yaşlı ve hasta idi; tek ciğerle yaşıyordu. 55 yaşına kadar hiç saltanat iddiasında bulunmadan dairesinden çıkmamış, 1916’da ağabeyi Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi'nin intihar etmesi üzerine kendisinin de beklemediği şekilde veliaht olmuştu. Dünya saltanatında hiç gözü olmadığı halde önce veliaht oluşuna, ardından da tahta çıkışına kendi de inanamamıştı. Tahta çıkışından kısa bir süre sonra Şeyhülislam Kazım Efendi’ye şöyle dediği anlatılır: "Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri vücutça rahatsız olduğumdan layikiyle tahsil edemedim. Yaşım kemale erdi, dünyada bir emelim kalmadı. Biraderle hangimizin evvel gideceğimiz malum olmadığından bu makamı bekleyişte değildim. Fakat takdiri ilahi böyle teveccüh etti, bu ağır vazifeyi deruhde eyledim. Şaşmış bir haldeyim, bana dua ediniz."
Beklemediği bir anda tahta çıkan Vahdettin, bu makam için hazırlanmadığını söyleyerek kendisini devlet yönetmeye muktedir görmediğini itiraf etmişti. (Doğan, 2018)
Gerçekten de Mondros Mütarekesi’nden sonraki karışık durumdan devleti çekip çıkaracak siyasi tecrübeye sahip değildi çünkü şehzadeliği zamanında hiç saltanat iddiasında bulunmadan dairesinden çıkmamıştır.
Nitekim aile mensupları da padişahın cülûsu tebrik için gelen yakınlarına “Tahta değil, kubura oturdum” dediğini de nakletmiştir.
Neticede ülkeden ayrılma kararı alan son padişah, saltanat kaldırılmadan evvel Ankara’nın Refet Bele vasıtasıyla yaptığı, saltanatsız hilafeti kabul ederek yerinde kalma teklifini geri çevirmişti. Ülkeden ayrılacağı gün, yanına 12 erkekten oluşan sadece küçük oğlu Ertuğrul Efendi ve haremin erkek mensuplarıyla birlikte Malta Adası’na geçiş yaptı.
Malta Adası'nda sağlığı iyice bozulan son padişah Vahdeddin, Hicaz'a giderek hacı oldu ve 36 Osmanlı hakanının arasında hacca giden tek isim oldu. Neticede San Remo'ya gelen son Osmanlı hünkarı; buradan Türkiye hakkında aldığı haberlerden ister hoşuna gitsin, ister hoşuna gitmesin hayatının sonuna kadar saltanatı kaldıran Atatürk ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde hiçbir söz söylemedi ve söyletmedi. Türkiye’den ayrıldığı gün “Sarı Paşa” diye bahsettiği Atatürk’ten Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiği andan itibaren “Gazi Paşa” diye söz etmeye başladı.
*****
VAHİDEDDİN: “MUSTAFA KEMAL BENİM PAŞAMDIR!”
İsterseniz kendisinin Atatürk’ten nasıl bahsettiğini torunu Hümeyra Sultan’dan dinleyelim: “Biz daha memleketten çıkmadan evvel, Refet (Bele) Paşa İstanbul'a gelmişti. Her tarafta bayram yapılıyordu. Bu günlerde ‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa’ diye biten bir marş söyleniyordu. Ben de dayımla berâber (Sultan Vahideddin’in oğlu Şehzade Mehmet Ertuğrul Efendi’yle) bu marşı ezberlemiştim. Yurt dışına çıkana kadar biz de bu marşı devamlı söylerdik. Bir gün Villa Manolya’da Şahbabamın penceresi altında dayımla oynarken yine bu marşı söylüyorduk. Marştaki “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa” sözlerini söylediğimizde Kalfalardan biri yanımıza geldi: “Aman cicim, Şahbabanızı kızdırmak mı istiyorsunuz? Sakın böyle ‘yaşa’ demeyin. Hiç ‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa’ olur mu? ‘Kahrolsun’ diye söyleyin. Yoksa Şahbabanız kızar.” dedi. Çocukluk işte… İnandık, öyle söylemeye başladık. Birden Şahbabamın üst kattaki odasının penceresi açıldı. Dışarıya sarkarak: “Çabuk buraya gelin!” diye bağırdı. Çok kızgındı, onu ilk defa böyle görüyordum. Bizi her zaman çağırıp konuşan, şeker falan veren Şahbabamızın yerinde sanki başka biri vardı. Dayımla berâber korka korka yukarı çıktık. Şahbabamın ciğerlerinden biri yoktu. Ama üst üste sigara içer, birini söndürmeden diğerini yakardı. Kehribar bir ağızlığı vardı. Masasının üzerinde her zaman büyük bir ‘Regie Turc’ sigarası paketi durur, içtiği sigaraların küllerini Bergama işi, su dolu bir kâseye atardı. Odasına girdiğimizde rengi kıpkırmızıydı. Hiç kimseye yüksek sesle söz söylemeyen Şahbabamı ilk defa böyle hiddetli görüyordum. İzmariti su dolu kaba attı. ‘Cızzz’ diye çıkan sesi aradan 60 seneden geçmesine rağmen hâlâ unutamam. Bize: “Bu marşın sözlerini kim değiştirdi?” diye sordu. Dayımla titreye titreye olanları anlattık. ‘Câhil Kalfa’ dedi. Elleriyle göstererek; “Bana bakın! Bir daha böyle bir şey söylediğinizi işitirsem ağzınızı tutar, kulaklarınıza kadar ayırırım. Mustafa Kemal bir Türk Paşasıdır. Benim paşamdır. Hiçbir Türk askerine hakâret edilmesine izin vermem.” (Anapalı, 2015)
SON HÜNKARIN VEFATINA ATATÜRK'ÜN TEPKİSİ
Son padişah Vahideddin 16 Mayıs 1926’da kalp krizinden San Remo'da son nefesini verdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Adana'dadır. Roma Büyükelçiliği bir telgrafla son padişahın vefat ettiği haberini kendisine ulaştırır. Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Suat Bey'in “Sultan Vahideddin’in füc'eten (ansızın) vefat ettiği şimdi haber alınmıştır” şeklinde yazan telgrafı kendisine verilir.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, o sıralarda dostları ile beraber yemeğe oturmuştu… Hamdullah Suphi Tanrıöver’in anlattığına göre, haberi işiten Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa:
“Vah Vah! Allah rahmet eylesin. Bir tarih kapandı. Kim isterdi ki böyle olmasını. Çok namuslu bir adam öldü… İsteseydi Topkapı Sarayı'nın bütün hazinesini götürür ve öyle bir ordu kurup, geri dönerdi ki…”(Tanrıöver'den naklen Baltalimanlı) demiştir.
Bazı tanıklar ki bunlardan biri Hasan Rıza Soyak'tır, ileriki zamanlarda anlatacaklarına göre o gece Mustafa Kemal Paşa’nın gözlerinden ince ince yaşlar süzülmüştür. Derhal odasına çekilir ve kimseyle konuşmaz.
Ezcümle zaman değişmiş, Osmanlı vizyonunu ve ömrünü tamamlayıp tarih sahnesinden çekilmiş ve bu yüzden Cumhuriyet'in kurulması icap etmiştir. Sultan Vahideddin ve Osmanlı’nın vizyonunu ve misyonunu tamamladığına kanaat getirilmiş ve zaten Mondros, Sevr Anlaşmalarıyla hukuken son bulmuş Osmanlı saltanatının artık resmen de son bulduğu tüm dünyaya ilan edilmiştir. Yani İlber Ortaylı'nın da belirttiği gibi halkın içinden çıkan umumi meclis monarşiyi lağvetmiş, böylece rejim esasen kendini feshetmiştir. Kısaca rejimin kendini feshettiğinin resmi ilanıdır esasen 1 Kasım tarihinde TBMM’nin aldığı karar…
Yani tüm bu tarihi verilerin ışığında Osmanlı'nın yıkılış tarihi 1922 değil, Mondros, Sevr anlaşmalarının imzalandığı 1918 ve 1920 yıllarıdır. Tüm bu kanıtlardan ve şartlardan hareketle de hain, korkak gibi peşin hükümlerde bulunmak gerçeğe ve mantığa uygun olmayan bir tarihi konumlanışa sebep olacaktır.
Kaynakça:
Şahbaba-Murat Bardakçı, 1998, İnkılap Kitabevi
Vahdettin ve Mustafa Kemal-Ümit Doğan, 2018, Kripto Basın Yayın
Sultan Vahideddin-Ahmet Anapalı, 2015, Profil Yayıncılık
Hamdullah Suphi Tanrıöver'den naklen Fethi Sami Baltalimanlı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.