Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

HASTA ADAM’DAN BÜYÜK TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ

HASTA ADAM’DAN BÜYÜK TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ

Sosyal Bilimlerin kurallarının değişmezliği, en az matematik, kimya ve fizik kadar genel kabul görür. Aradan yüzyıllar geçen eserleriyle ilk sosyologlar olan İbn-i Haldun ve İdris-i Endülüsi bunun böyle olduğunu ispatlarken, Aristo da siyaset ilmini tüm ilimlerin anası olarak 2300 yıl önce ilan etmiştir. Yazıyı, parayı ve devleti ilk kez kullanan Sümerler, bu alanın üstadıdır. Örneğin, İnsanların ve milletlerin karakterleri yüzyıllar geçse de değişmediği ve bir çiçekle bahar gelmediği gibi; Ruslar ayı gibi intikamcı, Araplar deve kinci, Zaza inadı, dosdoğru yürüyen Türklere karşı Avrupa, İran ve Çinlilerin dilleri tatlı olmasına rağmen daima ikinci bir ajandalarının olması gibi.

Genç Yaşta Hastalanan Adam

1300 yılından 1700 yılının ilk yarısına kadar üç kez fetret dönemi yaşamışsa da en az dört asır, arka arkaya gelen beş muhteşem padişahıyla Osmanlı İmparatorluğu daima ileri gitmiştir. Osmanlının ilerlemesi gibi çöküşü de dış faktörlerden ziyade, ağacın kurdu gibi iç faktörlerden kaynaklanmıştır. Manevi çöküşten sonra da maddi çöküş başlamıştır.

Bu nedenle 1800 yılından itibaren Boğaz’ın Hasta Adamı olarak tanımlanan Osmanlının, bir asır sonra Avrupalılar dışarıdan, Mankurtlar içerden kalbine vurarak (23 Temmuz 1908/Jön Türk Devrimi) medeniyet saati geçici de olsa durmuştur. 1876-1908 arasında nizam-ı kadim ile ülkeyi kısmen de olsa toparlayan II. Abdülhamid altı asırlık kalbin atan son ritmiydi.

Sekiz savaşın sadece birini kazanabildiğimiz ve bugün birbirimize daha çok yakınlaştığımız Rusya, bu dönemde Osmanlıya karşı Avrupa tarafından, İstanbul kapılarını kıran koçbaşı olarak kullanılmıştır. Ancak yine de Osmanlı, ilmi ve manevi anlamda Batı’dan geri değildi. Batı için, yani Avrupa ve ABD, kaybedecek bir şeyi olmayan aç, zalim ve ahlaksız olup menfaat için her şey mubahtır. Afganistan, Ukrayna ve Filistin bu uğurda sırtlanların önüne atılmıştır. Bu nedenle AB/D’nin zaferleri ahlaksızdır. Tıpkı son 30 yılda yaşadığımız Irak, Bosna, Suriye, Filistin, Afganistan ve şimdiki Ukrayna savaşları gibi.

Turkey’den Büyük Türkiye’ye

Dünyada iki kıta üzerine kurulan tek şehir olan asırlık payitaht, muhteşem İstanbul’dan bozkır ve küçük bir Anadolu kasabası olan Ankara’ya geçen, Osmanlı için bu; geniş araziye sahip dev bir konaktan, TOKİ’nin 100 metrekarelik 3+1 evine geçmek gibiydi.

Artık Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya gibi tarihin en zor coğrafyasını, Osmanlı Barışı ile asırlarca yöneten milletler üstü bir imparatorluk, ulus-devlete yani Turkey’e indirgenmişti. Osmanlı, kanatları açılmış muhteşem bir tavus kuşundan tüyleri yontulmuş Sevr masasındaki yılbaşı hindisi yani Turkey olmuştur. Beş yıl sonra, tam 99 yıl süren Turkey olarak anılacaktı.

1 Kasım 1922-14 Mayıs 1950 yılları arasında narkozsuz yapılan derin mankurtlaştırma ameliyatlarından uyanan Türkiye, yok olma psikolojini kısmen de olsa üzerinden atmış ve Boğazını, Batı’nın elinden kurtardığı gibi İskenderun körfezini de almıştı. Ancak bunun karşılığında Musul petrolleri, Osmanlı ve özünden uzaklaştırılmıştı.

Bu sürece karşı yer sofrasından kalkıp, “ben de varım” deyip masaya elini vuran, “Büyük Türkiye” adını ilk defa kullanan ve bunu hayatıyla ödeyen, Anadolu’nun yörük efesi Ali Adnan Menderes olmuştu. Bu nedenle 14 Mayıs 1950 seçimleri ilk karşı Anadolu ihtilalidir. Hem de kansız bir zafer. 27 yıllık sabrın zaferidir. “Yeter! Söz Milletindir”, hedefi on yıl da olsa gerçek olmuştu.

Menderes, liderliğindeki Demokrat Parti, Kıbrıs’a el atmış, Bağdat Paktı’yla İmamı Azam’ın türbesinde Osmanlı bakiyelerinin toplanması için fiili ve kavli dua etmiş, başta ezanın aslına uygun okunması gibi milletin kabul etmediği devrimleri devirmiş, öncelikle boş havuza atlamayan Yunanistan’ın şerrinden korunmak için NATO ve AB yoluna girmişti. Süreç Demirel, Erbakan, Karaoğlan ve Özal ile de darbelere rağmen kesintili de olsa devam etmiştir.

NATO Genel sekreteri Stoltonberg’in ilk kez telaffuz ettiği Türkiye, isim değişikliği, Çankaya’dan Külliye’ye geçen, Büyük Türkiye’nin kapısına tabela asılmasıdır. Artık uluslar arası bir toplantıda, masamızın önünde, Turkey, (İngilizce Hindi manasına gelir) yazmayacak, Türkiye yazılacaktır.

Asya Kalkanı Anadolu Paktı

Son Madrid Zirvesi’yle görüldü ki, aradan bir asır geçse de bugün de aynı durumdayız: AB/D yani Batı Dünyası ve biz. Ancak İsveç ve Finlandiya’ya terörü destekleme diyebiliyoruz. Oysa İsveç 1988’de PKK’ya ülkeyi yasaklamanın bedelini Başbakanın hayatıyla ödemişti. İtalya da bundan 15 yıl önce aynı şekilde ödemişti.

Yunanistan ve Fırat’ın doğusunu silah deposu yapan AB/D, Türkiye’ye karşı terörü desteklemekten vazgeçmiyorsa, İsveç ve Finlandiya’nın vazgeçmesi anlamsızdır. Çünkü buralarda en az 100 000 Kürt yaşamasına rağmen bizim istediğimiz en fazla 200 kişidir. Demek ki; PKK’nın Kürtlerle bir alakası yoktur. Tıpkı FETO’cuların ve DAİŞ’lilerin İslamla alakaları olmadığı gibi. Çünkü terör kartı, Batı’nın can suyu olan Aristo-İskender taktiğidir.

Burada Rusya, sadece bir bahanedir. Esas hedef, “Küçük Ortadoğu” olan Suriye’nin kalbi yani Fırat’ın Doğusudur. Burası enerji, su, toprak ve konum olarak Ortadoğu’nun kalbidir. Eğer ABD’nin bu coğrafyayı şehirlere bölen, yeni Sykes-Pico planı bozulmazsa ölüm tehlikesi devam ediyor demektir.

Dörtlü Madrid Zirvesi ve Üçlü Memorandum, sadece bir hatırlatma belgesidir. Buna karşı mutlaka B Planımız, yani Asya’nın Kalkanı Anadolu Paktı’nı İslam Dünyası, Rusya ve Çin’le somutlaştırmalıyız. Çok Kutuplu Dünya Düzeni bunu gerektiriyor. Tüm yumurtalar asla tek sepete konulamaz.

İkinci yüzyılda 5 İmparatorunu Fırat’ın doğusuna gömen Roma İmparatorluğu senatosunda, Mezopotamya’ya gitmeyelim şeklinde ölümlü tartışmalar yaşanmıştır. Altıncı İmparator, Fırat’ın doğusuna sefere çıkacağını ilan eder. Çünkü der, “biz gitmezsek onlar gelir”. Ve o da aynı yolda ölür.

Bugün de Biden, PYD ve DAİŞ üzerinden aynı yoldadır. Aristo, öğrencisi genç İskender’e Ortadoğulu liderleri, “idam, sürgün ve hapis” yerine, onları birbirine düşürüp kendini de hakem yapmakla yönetebileceğini belirtir. Ama artık bu oyunu öğrendik ve Boğaz’ın Hasta Adam’ı yok, Büyük Türkiye ruhu var. Ne mutlu bugünleri görebilenlere. Durmak yok yola devam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Arşivi
SON YAZILAR