Pervin Karakullukcu

Pervin Karakullukcu

BEYAZPERDEDE EMEK DÜNYASI

BEYAZPERDEDE EMEK DÜNYASI

Son dönemde; yer, mekan neresi olursa olsun konu dönüp dolaşıp hep ekonomiye geliyor. Herkes kendi yaşam standardına göre, hayat pahalılığından şikayetçi olsa da; hiç şüphesiz en çok ezilen yine en alt gelir grubu… Öyle ki, asgari ücret normalde yılda bir kez artırılmasına rağmen, bu sefer ara zam yapıldı. Ancak tartışmalar yine de bitmedi. Çünkü hayat pahalılığı da bitmiyor, hatta ücret zammından sonra yeni zamlar geldi bile… Dolayısıyla; ücret zamları, enflasyona ne kadar direnebilecek yoksa erimeye çoktan başladı mı? Bu ve benzeri soru çok, tartışması da sürüyor; ama kim ne derse desin emekçilerin işi artık çok daha zor. Bu, su götürmez bir gerçek… Şimdi, sinema yoluyla bu gerçeğe daha da yaklaşalım ve beyazperdede emek dünyasına bakalım. Sizler için işçi sınıfının yönetmeni Ken Loach’tan seçtim.

sorry-we-missed-you-2-art-his-e1578949089309.jpg

SORRY WE MISSED YOU (ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK)

Film, İngiltere’de geçim sıkıntısı yaşayan Ricky ile Abby çifti ve çocuklarının yaşam mücadelesini anlatıyor. Abby, hasta ve yaşlıların bakımını yaparak aile bütçesine katkı sağlarken; Ricky ise ekonomik kriz nedeniyle işini kaybettikten sonra bir kargo şirketinde işe başlar. Büyük umutlarla başladığı bu işte, kendi işinin patronu olacağını sanır; zira bu iş ona öyle sunulmuştur. Ancak, Ricky işinin patronu değil, kölesi olur. Çünkü bu kargo sisteminin amacı kapitalizmin çarklarının dönebilmesidir. Ricky de, kapitalizme elini verir, kolunu da kaptırır. İnsan sömürüsüne bağlı bu sistemin hem Ricky hem de ailesi üzerinde yıkıcı etkileri olur. Çünkü bu kölelik düzeninde Ricky, ailesine ve çocuklarına vakit ayırmak bir tarafa dursun; onların yüzünü bile göremez. Karı koca geçim derdinde işlerini kaybetmemek için hep daha fazla çalışırken, aile bağları da tehdit altındadır.

Yönetmen, emekçilerin hayatta kalma mücadelesini öyle yalın ve gerçekçi bir dille anlatıyor ki, siz de o ailenin bir üyesi gibi hissediyor ve sistemin acımasızlığıyla bir kez daha yüzleşiyorken isyan eder noktaya geliyorsunuz. Film, bir dönem çok tartışılan kargo çalışanlarının şartlarını anlatmasının yansıra aslında genel anlamda iş hayatının acımasızlığını, hayatlarımızın nasıl çalındığını bize hatırlatıyor. Sonuç ise; koca bir çaresizlik…

i-daniel-blake.jpg

I, DANIEL BLAKE (BEN, DANIEL BLAKE)

Ken Loach’un politikayla melodramı harmanladığı bu filmi Altın Palmiye ödüllü… Dünyanın en zengin ülkelerinden İngiltere’de kapitalist sistemin kullanıp attığı bir adamın, bürokrasinin çarklarında öğütülüşünü anlatıyor. O adamın adı Daniel Blake… 60 yaşına kadar marangoz olarak çalışıp, kendi kendine yetebilen Daniel, kalp rahatsızlığı geçirdiği için çalışma hayatı biter. Doktoru “çalışamazsın” derken, işsizlik maaşı almak için başvurduğu sigorta sistemi ise destek alabilmesi için iş araması şartı olduğunu söyler. Duvar gibi olan sigorta sistemini aşmaya yani; işsizlik maaşı alabilmek için yeterliliğini ispatlamaya çalışan Daniel bu mücadele sırasında, aynı sistemden yoksulluk maaşı almak için çabalayan iki çocuklu, bekar anne Katie ile tanışır. Çocuklarıyla birlikte açlık düzeyinde sefalet yaşayan Katie de, sistemden faydalanmak için muhtaçlığını yani ne kadar da fakir olduğunu kanıtlamak için uğraşır. Elbette bu hiç de kolay değildir. Farklı kuşaklardan bu iki kader arkadaşı, güç birliği eder ve bürokrasinin zorlu engellerini aşmaya çalışırlar. Ancak o devlet dairesinde önlerine çıkan her engel, gururları için de bir sınavdır aynı zamanda…

Daniel ve Katie’in, devletin sigorta sistemi tarafından her reddedilişlerinde dimdik ayakta olduklarını görsek de aslında içten içe eriyişi de hissediyoruz. Sistem ise, hep dimdik ayakta… Çünkü sonuçta hep onun dediği oluyor. Film aynı zamanda teknolojiyle emek gücünün çarpışmasını da merkezine alıyor. Elektronik ortam, e-devlet, çağrı merkezleri derken, kamuda bürokrasi gerçekten bitti mi? “Hayır, bitmedi; hatta arttı” diyor film bize… Çünkü o akıllı telefonları kullanmak da, herkesin harcı değil. 60 yaşındaki Daniel için ya da internete erişim imkanı olmayan Katie için elektronik ortam bürokrasisinin duvarları daha yüksek… Sonunda o duvar karşısında Daniel Blake isyan ediyor; “Ben bir müşteri ya da bir hizmet kullanıcısı değilim. Ben, bir sosyal güvenlik numarası, ekrandaki bir görüntü değilim. Sizden hakkım olanı istiyorum. Ben, Daniel Blake, bir yurttaşım. Ne daha az, ne daha fazla.”

Bu haklı haykırışın hikayesini mutlaka izleyin derim… Zira, ister dünyanın en zengin ülkesi olsun, ister en yoksul; bazılarına biçilen değer hiç değişmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Pervin Karakullukcu Arşivi