Kalabalık aynasında kendi suretini ararken, başkalarının yansımasına dönüşme…
Üretilen sahaya sürülen bir malın önünde ve arkasında görülür/görülmez orduların varlığı karşısında tüketiciyi, tüketimden alıkoymak, onlara harcama yaptırmamak mümkün mü?
Ekonomiyi ahlakın önüne geçirmek isteyenlerin ve …izm’lerin aksine, müşterinin “tüketici” olarak değerlendirilmemesi gerektiğine, vesile-i nimet olarak görülmesi gerektiğine inananlardan biri olarak varlığımızı sürdürmek ve olaylara bakış açısı geliştirmek konusunda şahsiyet ve toplum olarak ne kadar donanıma sahibiz?
Arthur Miller’in: “Bir zamanlar insanlar hayatlarından memnun değillerse devrim yaparlardı. Şimdi alışverişe çıkıyorlar. Tamamen bir hafıza kaybı dönemi yaşıyoruz... “ dediği bir çağda tüketime toplumsal şekilde alıştırılan toplumlarda tüketmemek ne kadar inandırıcı olacaktır.
Bu alanda yapılan çalışmalar incelendiğinde üç temel neden yüzünden insanların tüketimden uzaklaştıkları gözleniyor.
Tüketicinin markayla yaşadığı olumsuz deneyimler den kaynaklanan karşılanmamış beklentilerine yönelik deneyimsel kaçınma ilk sırada yer alıyor. İkincisi kimliksel kaçınma olarak adlandırılan tüketicinin kimliğinin ilgili markayla örtüşmemesi (sembolik uyumsuzluk), üçüncüsü ise ahlaki kaçınma olarak adlandırılan tüketicinin ideolojik uyumsuzluk yaşadığı markalardan uzak durması görülmektedir.
Kimlik uyuşmazlığı nedeniyle tüketmeme eğilimi gösteren tüketicilerin yine temelde üç farklı nedenle tüketmeme eğilimi gösterdikleri de dile getirilmektedir.
Bunlardan ilki istenmeyen benlik olarak adlandırılan tüketicinin hoşnut olmadığı kişilerle çağrışma korkusu nedeniyle tüketmeme eğilimi göstermesi, ikincisi, negatif referans grup etkisi tüketicinin o ürün veya hizmeti satın alan kişilerin oluşturduğu grup içinde olmak istememe durumu, üçüncüsü de kimlik belirsizliği etkisiyle tüketicilerin kimliğini kaybetme korkusuyla tüketmeme eğilimi göstermesidir.
Bu üç durum sanılanın aksine insanları tüketimden uzaklaştırmaz. Tüketim eğilimlerinde bir azalma görülmez. En fazla belli markalara boykot yaparak harcamaya devam ederler.
Burada tehlikeli olan durum, toplumda ideolojik kutuplaştırmaya kapı aralamak, yerli ve milli belli markalara karşı ideolojik tutumlar oluşturarak tüketicilerin zihninde ideolojik uyumsuzluk yaşatma süreci oluşturmaya çalışmak olacaktır.
Siyasi söylemlerle ve eylemlerle toplumun işin içine çekilmesi ülke menfaatleri açısından da sağlıklı bir durum oluşturmayacaktır.
Gustave Le Bon’un bu konuda güzel bir tespiti vardır: “Kitle içinde bir bilim adamı ile bir kara cahil arasında hiç bir fark yoktur. İkisi de kitlenin ilkelliği karşısında benliklerini kaybeder. “
Kitle, çobanına sadık bir sürüdür diyen Gustave Le Bon yine şunları eklemektedir: “Kasırgalarla nasıl tartışılmaz ise, kitlelerin dogmalarıyla da aynen böyle tartışılamaz…”
Psikolojide bilinen bir gerçek vardır: Kitleler asla gerçeğin peşinde koşmamıştır ve bireylerin bilinçdışı arzuları, kalabalığın yarattığı illüzyonla dışa vurulabilirler. Kalabalıkta kaybolmaya alışkın insanların çok kolay maniple edildiğini de unutmayalım.
Ruhundan kopmuş insan, kitle içinde sorumluluk duygularını kaybederek, bireysel olarak yapmayacağı istenmeyen davranışları dahil olduğu kitle içerisinde sonucunu düşünmeden sergileyebilmektedir.
Başta siyasetçiler olmak üzere, üreticiler ile tüketiciler arasında ortak menfaatler bulunduğunu unutmamak, ülke menfaatlerimiz adına da hassas dengeyi korumak gerekiyor.
Gerek sosyal hayatta gerekse dijital platformlar da her türlü karşılıklı muvazenesiz etki ve tepkiler toplumları gerer, istismarcı ve duygu sömürücü, hırs ve şöhret düşkünlerinin arzuladığı kaos ortamlarına düşürülen insanlarda birilerinin kuklası haline gelebilirler.
Kapitalist düzen içerisinde farklı kulvarlarda, siyasi gücü elinde tutan kişilerce dile getirilen ve belli kitlelere yön veren, her dönem toplumu istediği yönde dönüştürmeye çalışan, sömüren anlayışlar olmuştur ve olacaktır da.
İnsanımız kendini bu tür tuzakların içerisine düşürmemeli, üretici ve tüketiciler ahlâkî bir sorumluluk içerisinde hareket etmelidirler. Aksi halde ekonomik sıkıntılarını ve problemlerini gelişmiş dünya ülkelerine göre istenilen ölçüde çözememiş toplumlarda sosyal barış hiçbir zaman sağlanamayacak, kaos ortamlarına kapı aralanacaktır.
Bu konuda her kesimin negatif toplum mühendisliklerine soyunmadan, gerçekleştireceği sosyal sorumluluklarının farkında olması gerekiyor.
Kişi ve kurumların ekonomik faaliyetlerinin sağlıklı yürütülmesi, ilgili olan tüm paydaşların, toplum ve devlet gibi tüm tarafların menfaatlerine zarar verilmeden yönetilmesi her kesimin menfaatinedir.
İnsani değerlerden mahrum olan emperyalist anlayışın inşa ettiği ve globalleştirdiği ekonomik ve siyasi sistem zaten insanları istedikleri şekilde bir tüketim kültürüne inandırarak, toplulukları ve devletleri birbiri ile çatıştırma tuzağına sürekli hapsetmekte, sömürmekte ve her türlü istismar etmektedir.
Davranışsal ve psikolojik süreçlerden geçen, tüketiciyi harekete geçiren faktörlerin, insanlarda satın alma karar süreçlerine etki ettikleri, belirli davranışlara yönelttiği bilinen bir gerçektir. Tüketicilerin kazandığı bu türden davranışların; değişik faktörlerin etkisi altında gelişme ve farklılaşma gösterdiği gerçeğinden hareketle insanımızı ülke ekonomisine zarar verecek davranışlara yöneltmeden bilinçli tüketici olması yönünde gayretlerin içinde olmak gerekir.
Ülkelerin ve evlerin ürün mezarlığına çevrilmek istendiği, tüketimin tüm yaşamı kuşattığı günümüz dünyasında kendimiz de kurban olmamak için, her hususta olduğu gibi tüketimde de ölçülü olmayı önemseyelim.
Ülke ekonomisini ve milletimizin menfaatlerini hiçbir siyasete kurban etmeyelim, ettirmeyelim…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.