Yılmaz TAŞÇI

Yılmaz TAŞÇI

Zamanın temposu tutulmaz…

Zamanın temposu tutulmaz…

Geçmişten günümüze mitolojik sermayesinin metalaştırılmasıyla kutlanan Noeller artık Hz. İsa’nın(a.s) doğumunu temsil eden “kutsal” bir zamandan bir hayli uzaklaşmakla kalmamış, insanları sömürmek adına küresel çapta kapitalizmin bir nesnesine dönüşmüş desek herhalde yanılmış olmayız.

Yılbaşı kutlamaları yeni yılı karşılamak amacıyla yapılıyor. Bu gelenek milattan önce Roma İmparatorluğuna kadar götürülüyor.

Çok uzaklara gitmeden Cumhuriyet öncesinde Osmanlı Devletinde’ de bu kutlamalara farklı ritüellerle de yer verildiğini tarih sayfalarında görebiliyoruz. Bu konuda birkaç örnek sunabiliriz:

-Osmanlı'da ilk yılbaşının resmen hangi sene kutlandığı bilinmiyor.

-Batı gelenekleri ile ilk kez II. Mahmud zamanında yılbaşı kutlandığı, 1829'da, İngiliz elçisinin düzenlediği balonun davetlileri arasında Osmanlı devlet ileri gelenleri de yer aldığı bilgisi veriliyor.

1856'da ise Sultan Abdülmecid’in Fransız elçisinin düzenlediği baloya katıldığı da sunulan bilgiler arasında.

Hristiyan nüfusla beraber Müslüman nüfusun da yılbaşı kutlamaya başlaması, Beyaz Rusların İstanbul'da görünmesiyle beraber başladığı da ifade edilmektedir.

1918-1923 işgal yılları arasında, Rusların yeni yıl kutlamaları Hristiyanlıktaki anlamından ayrı, sadece bir eğlence anlayışı olarak kabul görmeye başlamıştır.

Bu tarihlerden sonra ülke olarak bizim halkın yılbaşını kutlaması Cumhuriyet dönemine tekabül ediyor. Piyango idaresinin düzenlediği özel yılbaşı çekilişleri ile beraber toplumda yılbaşı kutlama geleneği iyice yerleşmiş/kabul ettirilmiş bir durum halini alıyor.

Türkiye'de yılbaşı Başbakan İsmet İnönü'nün verdiği kanun teklifinin kabul edilmesiyle 1935 yılından beri resmi tatil günüdür.

Birazda işin dini(!) yönüne bakalım:

Hz. İsa'nın doğum tarihinin yıl olarak milattan önce dört ile altı yıl evvel olduğu, doğum günü olarak da Batı'da bulunan kiliseler 25 Aralık gününü doğum tarihi olarak kabul edip kutlarlarken, Doğu kiliseleri ise bu tarihi 6 Ocak olarak kabul etmektedir.

-Sonradan uydurulan ‘’Noel Ağacı’’ 1521/1605 te Almanya'da ortaya çıkıyor.

-Yine uydurulan Noel Baba efsanesi ise XVII.yy.da İngiltere'de ortaya çıkıyor.

Kapitalizm boş durmuyor. Turizm gayesiyle önce Aziz Nicolas’a sonra Noel Babaya dönüştürme fikri hız kesmiyor, kültürden sanata her alanda toplumun zihinlerine tüketim çılgınlıklarıyla yerleştirilmeye devam ediliyor.

1981 yılından itibaren bizim topraklarımızda Antalya Demre’de Noel Baba şenlikleri düzenlenmeye başlandığını görmekteyiz.

“Zaman-Mekan-İnsan” çok önemli bir üçleme…

Bu topluma ve özellikle de gençlerimize İdeal boyutuyla anlatmak, reel boyutuyla değerlendirmek zorunda olduğumuz konulardan biriside miladi yılbaşı kutlama geleneği ve arkasında barındırdığı gerçeklerdir.

Bu köşede daha önceki yazılarımızda da değindik. Her dinin ve her milletin kendine özgü; “Zaman-Mekan-İnsan” tasavvuruyla oluşturduğu ve şekillendirdiği bir kültürü ve medeniyeti, sahip olduğu kültür ve medeniyetinde kendine özgü ritüelleri olduğu bilinir.

İslam’la şereflenmiş güçlü bir millete mensup olan bizlerin hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayacak şekilde değerlere sahip olduğumuzu bilmek ve neslimize öğretmekle mükellefiz.

"Su kaybolursa onu derede, rüzgâr kaybolursa onu da tepede" bulabileceğimizi anlatan atasözümüzü duymuşsunuzdur.

Bir millet, örfünü, âdetini, ulvî değerlerini yitirirse, kaybettiği /aslında sahip olduğu medeniyetten habersizce yaşarsa onu bulabileceği bir yer var mıdır?

Bu soruya hayır cevabını verenler için;

Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden sorguya çekilmeden önce ” Sadece bir kez ölecek olanlar için, geride bıraktığı kendisine bir emanet olarak verilen bir yılın/yılların muhasebesini hayattayken yapması en doğru iş olacaktır.

Hayata nasıl baktığımız, neyi gördüğümüzü belirlediğine göre, güzelliğe aşina olan ruhlar ile tersi durumda olanların geride bıraktığı yıllardan heybesine doldurup ileri zamana taşıdıkları farklı olacaktır. Bir hikaye anlatılır:

Geçmiş zamanlarda bir bilge varmış ; Ne sorsan cevap verirmiş.

Onu çekemeyen biri demiş ki:

- Ona öyle bir soru soracağım ki kesinlikle bilemeyecek.

Ne soracaksın? Diye sordukların da ise :

- Elimde bir kelebek var. Ölü mü diri mi ?

Diye soracağım.

-Eğer diri derse elimi sıkıp öldüreceğim.

-Ölü derse de elimi açıp bırakacağım uçup gidecek.

Bilgenin yanına gidiyor ve sorusunu soruyor.

- Elimdeki kelebek ölü mü diri mi? Diyor.

Bilgenin cevabı ise müthiş;

- O Senin Elinde! ...

Saatlere hükmeden insanın zamana da hükmedeceğini sanması büyük bir yanılgıdır.

Evet, bize emanet edilen bir ömür sermayemiz var. Misafir olduğumuz bu dünyadaki yaşayacağımız hayatımız diri mi olacak yoksa ölümü geçecek. Hikâyede anlatıldığı gibi sorumluluklar çerçevesinde bu bizim elimizde…

Zamanın temposu tutulmaz. Geçen ve tükenenin zaman değil, ömür olduğunu bilmeyenlerden, ehl-i fesaddan olmayalım.

Geleni dönüşe hazırlayan bu dünyada, uçan bir kuş misali ise geçen ömrümüz,

İnsanlığın kanatlanmadan önce kendine sunulan hakiki rehberle buluşacağı,

Kendi yaratıcısıyla arasındaki mesafeyi yakınlaştıracağı,

Başta kendi değerini anlayacağı,

Kocamayan günlere, yorgun olmayan gönüllere sahip,

Zaman ve mekânla barışık, iki günümüzün eşit olmayacağı, güzelliklerin olacağı, insanlığın ferah bulacağı yeni bir yıla kavuşmak temennisiyle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Yılmaz TAŞÇI Arşivi