Deniz ÖZTÜRK

Deniz ÖZTÜRK

Hz. Mevlana

Hz. Mevlana

Merhaba sevgili dostlar 7-17 Aralık günlerinde Konya'mız da Mevlana haftası etkinlikleri kapsamında düzenlenen törenler yapılmaktadır ve bu hafta sizlerle Mevlana üzerine biraz konuşmak istedim. Malumunuz Mevlana denildiğinde Şems, Şems denildiğinde ise aklımıza Mevlana gelir. Hal böyle iken ikili arasındaki münasebet üzerinde de çok durulmaktadır. Mevlana, Şems-i tanıyıncaya kadar pek az şiir yazan aynı zamanda kendi kabuğuna çekilmiş, büyüklüğünden henüz haber vermemiş olan bir ulunun neden bu tanışmadan sonra bir yanardağ gibi fışkırdığı, zihinlerde cevaplandırılması gereken sorulara yol açmaktadır. Mevlâna'nın Şems'i tanıyıncaya kadar ki yaşamış olduğu hayatını incelediğimiz zaman, ilk bakışta yadırganacak, bugünün psikolojisi ışığında ise tersine çözümlenmesi zor olmayan bir gerçekle karşı karşıya bulunduğumuzu görürüz. Şöyle ki: Şems'ten önceki yaşamında Mevlâna sıkıntı içindeydi. Ne yapacağını bilmemekteydi. Dalgın dolaşan, düşünceli bir yapıya sahipti. Düşüncesi bir noktaya yönelmiş değildi. Ne yapacağını nasıl bir yolda yürüyeceğini bilmiyordu ve henüz kestirmemişti. Bu yüzden bunalım içine girmişti. Kimi zaman saatlerce, hattâ günlerce kimseyle konuşmadan oturuyor ve suskun bir şekilde düşüncelere dalıyordu. Zamanın büyük ilim adamlarından olan babası Bahaettin Velet, oğlunun bu haline çok üzülüyordu. Bunun gelip geçici bir hal olduğunu bilmekteydi lakin gene de bu hal aileyi oldukça üzmekten alıkoyamıyordu. Bu hali yirmi yaşın melankolisi sonu meydana gelen bir hal değildi. Etraftan bir şeyler istememekteydi. Kendi kabuğuna çekilmiş, âdeta dünyayla ilgisini insanlarla ilişkisi yitmiş başka bir âlemde yaşamaktaydı. İlk bakışta böylesine yaşayanlara kuşku ile bakılır. Ruhî muvazenesizlikleri üzerinde durulur aklı melekelerini kaybettiği düşünülürdü. Ama Mevlâna'nın etrafıyla olan ilgisiz tavırları, öylesine bir ilgisizlik değildi. Kuş­ku içinde bunalımlarla dolu, aslında ilgi ile bağdaşmış ancak ilgisizmiş gibi görünen psikolojik bir haldi. Günümüz psikolojisi bunun sebebini kolayca ortaya atmaktadır. Ama Mevlânâ gibi bir insan kendi kendisini aramaktaydı. Böylesine bir adam etrafından birçok şeyler ummaktadır. Fakat bunun ne olduğunu henüz açık ve seçik olarak idrak edebilmiş değildir. Bu durum maddî kazançları açık bir kapı olabilir. Bu, dışarıda ki herhangi bir objeye karşı duyulan hasretin, zaaf yüzünden değişmiş bir şekli olabilir. Aslında hayata çıkar yönünden bakan, faydayı ve buna benzer şeyleri ön plana alanlar için bu hal olağandır. Mevlâna hiçbir zaman kişiliğini bencil bir açıdan ele alarak ona yönelecek bir kişi olmamıştır. İşte bunun için ruhu kaynamaktadır. İnsanın en güzel, en mutlu ve en olumlu yönü olan "söz" ile kendi büyük dünyasını yansıtmak dileğindedir. Bunun için malzeme toplamakta sürekli dilini yontmaktadır. Ve bu suskunluğunun neticesinde de top­lamıştır söz sukutunun mücevherini. Ancak bunu ne şekilde ortaya çıkarması gerektiği konusunda henüz bir fikre sahip değildir. Büyük bir şair için bu hal, insanı bunalımlardan bunalımlara atan bir haldir. Bunun üzerine pek çok örnekler vermek mümkündür. Evet Mevlâna Celâleddin-i Rumi böyle psikolojik bir doluş halindeyken Şems-i Tebriz'i ile tanışmıştır. Şems çağının mutasavvıflarındandır. Mevlânaya göre yaşça olgundur. Hayatı anlamıştır, ilim ada­mında bulunması gereken özeliklere sahip­tir. Mevlâna ile konuşur, dertleşir, O'nu dinler, O'nun yolunu arayan bir ulu olduğuna inanır. Bir başka deyimle akmak için mecra arayan coşkun bir memba olduğunu anlamıştır. Mevlâna’ya bu yolda telkinlerde bulunur. Bunun üzerine Mevlâna şırıl şırıl akan o güzelim ve yüce mısralarını Hüsamettin Çelebi'ye yazdırmağa başlar. Ve bir çağlayan gibi çağlar. Şems'in bu gayreti Mevlânâ'yı dile getirmiştir. Şöyle bir soru akla gelebilir. Mevlâna Şems'i tanımasaydı büyük eserlerini meydana getirmeyecek miydi? Elbette ki sanatçının hamlesine hiç bir güç engel olamaz bu bir gerçektir. O er ya da geç meydana çıkacaktı lakin Mevlâna da bir müddet sonra eserlerini yine meydana getirme imkânlarına sahip olacaktı. Şems bir yolun yürüme ışığı olmuştu ve Celâlettin-i Ru­mi'nin Şems'e karşı duyduğu saygı ve sevgi bu şekilde doğmuş oldu. "Sana bir kelime öğretenin kulu kölesi ol", diyen İslâm an­layışı, büyük adamların kadirbilirliği ile birleşince Mevlâna'nın hocasına karşı olan üstün - ve bize biraz fazla görünen - saygı­sının sebepleri kendiliğinden meydana çıkmış oluyor. Şunu da söylemeliyim ki . Büyük adamların bağlanışları, büyük adamların yönelişleri, büyük adamların inançları ile vasat adamlarınkiler arasında çok büyük farklar vardır. Bu fark yüzündendir ki, insan başkaları hakkında karar verirken daima kendisine göre düşünür, işte bunun için hemen yanlışa düşmeden doğruya ışık olmak gerekir. Mevlâna'nın Şems'e karşı olan bağlılığını başka sebeplerde aramak yersiz ve aynı zamanda da gülünçtür. O zaman bir Mevlânâ beyti ile sözlerimi bal ile keseyim sizler bu güzel kelam eşliğinde ney dinletisine devam edin.

".....Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını. Şu dar göğsümün kazasından çıkmaya çalışıyorum. Sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı. Bir kelâm söyle ne olur! Her hecenin tınısında duymak istiyorum. Rüzgarlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün, taşların hepsi göğsüme düşsün. Senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım. Çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin, yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüğün yollara toz olayım.

Çöldeyim, susuzum,

Kuyularda Yusuf’um,

Sözlerin bana Züleyhâ,

Ateşlerde İbrahim’im,

Gözlerin bana derya,

Sancılar içinde Meryem’im,

Bakışın bana İsa,

Yaralar içinde Eyyub’um,

Hasretin bana şifa,

Ölüler içinde bir ölüyüm,

Ellerin bana musalla...... "

Sevgiyle kalın hemşehrilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Deniz ÖZTÜRK Arşivi