Duyarlı olabilmek
Duyar kasmak değil gerçekten çevremizde olan bitene, dünyaya, insanlığa ya da dünyayı paylaştığımız canlılara karşı duyarlı olabilmeliyiz. Lafta değil özde duyarlı olmak, olabilmek gerekiyor.
Bananeci olmadan, "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" demeden dünyamıza, çevremizde olup bitene karşı ilgili ve duyarlı olmalıyız. komşumuzun bir ihtiyacını görebilmeli, sebepli sebepsiz iyilik peşinde koşmalıyız.
Ama ne yazık ki bencillik öyle bir hat safhaya ulaştı ki herkes kendini düşünür kendinden başka kimse yokmuş gibicesine yaşar oldu.
Toplumlar, bireylerin birbirlerine destek olması ve birbirlerinin maddi ve manevi ihtiyaçlarına saygı göstermesi ayakta kalır. Dayanışma ruhu zor zamanda birlikte hareket etmeyi insanların birbirine yardımcı olmasını gerekli kılar. Özellikle bizim gibi İslam medeniyeti ile yoğrulmuş, Anadolu'nun münevver ve hoşgörülü bir geleneğinden gelen toplumlarda birlik ve beraberlik hep önde olmuştur. Komşusu açken tok yatmayan bir toplumdan komşusunun adını bilmeyen ya da onu görünce yüzüne kapıyı çarpan bir topluma dönüştük.
Her şeyi imece usulü ile halleden, "öndüç" adı verilen dayanışma ruhundan maddi çıkarcı bir ruha büründük.
Özetle biz fert olarak duyarlı olamamışken, nemelazımcılık almış başını gitmişken duyarlı bir toplum nasıl oluşturulabileceğiz ki? Gençlerimize, çocuklarımıza ne anlatıp neyi miras bırakacağız? Biz böyle bir medeniyet, böyle bir kültür devralmadık ki bireysel, bencil, duyarsız bir toplum olduk.
Belki geç kalıyoruz ama her şey bitmiş değil. Türk İslam medeniyeti ile yoğrulmuş bir millet olarak özümüzde saklı olanı ortaya çıkarabiliriz. Bizim mayamız sağlam. Sadece eğitime ve öze dönüşe ihtiyacımız var. Bu yüzden her şeyden önce eğitim ile işe başlamak gerekiyor. Milli ve manevi bir eğitim ile yeniden duyarlı bir çizgiye çıkabilir, o özlenen toplumsal birlikteliğin adımlarını atabiliriz.
Kalın sağlıcakla...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.