Orada Kimse Yok
"Yine Aklıma Geldi Gözlerim Buğulandı" bu cümle sadece şarkı sözü olarak kalsaydı.
Sevgili dostlar, çoğumuz böylesi bir 17 Ağustos acısı yaşamadık. Ancak, 2004'te Konya Zümrüt Apartmanı faciasında 9 gün süren enkaz kaldırma çalışmalarında son cenaze çıkarılana kadar olay mahallindeydim. 92 kişinin can verdiği bu facia bana depremle ilgili bir fikir vermişti. Acısı kelimelerle tarif edilemez bir duyguydu o günler. Yeğenimi, eşini ve iki evladını vermiştik üç kuruş fazla kar etmek isteyen kan emicilere, zalimlere, sorumsuzlara...
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde 2007'de görülen davada, tutuksuz yargılanan sanıklar müteahhit Ali Vedat Kaya 5 yıl, taşeron İsmail Hakkı Canlıer 4 yıl, proje sorumlusu Halil İbrahim Elliiki 2 yıl, 3 belediye görevlisi ise 2'şer yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Yani 92 canın bedeli buydu...
Bundan tam 23 yıl önce idi, kapkara bir geceye uyandık.
Ve o geceye dair tek şey kazındı hafızamıza;
'Orada kimse var mı?'
Orada evladı omzunda ölmüş bir annenin sesimi duyup kurtarmasınlar diye sessiz sessiz ağlaması vardı.
Orada kazandığı okula yarın kayıt olacak bir gencin biten umutları, annesini tonlarca kilo enkazdan parmaklarıyla kazıyarak çıkarmaya çalışan bir evladın çaresizliği, siper olduğu oğlunu kurtaran bir babanın oğlunun üzerinde 3 gün çıkarılmayı bekleyen cenazesi vardı.
Sessizlik hiç canını yakar mı insanın?
Orada hiç tanımadığı insanların sesini duymak için nefes bile almadan enkazın başında bekleyen, duyduğu tiz bir sese dünyalar onun olmuş gibi sevinen insanlar ve hiç tanımadığı insanları taşıyan ambulansların ardından edilen dualar vardı.
Kimse bakmadı yardıma koştuğu kişinin yaşına, diline, cinsine, dinine, mezhebine... Orada sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt değil, sadece insan vardı. Yaşamak ve yaşatmak istediği bir insan...
'Orada kimse var mı?'
Orada anneler, babalar, kardeşler, evlatlar, umutlar, hayaller ve ölenler için hiç gelmeyecek, kalanlar için belirsiz yarınlar vardı.
Orada acı, orada gözyaşı, orada çığlıklar, orada feryatlar vardı ama sebep olanlar yoktu.
Orada bir günah keçisine de ihtiyaç vardı; Veli Göçer..
17 bin 480 kişinin öldüğü depremde 198 kişinin ölümüne sebep olan adamı lanetledik de kalan 17 bin 282 kişinin hesabını sormadık.
(Hoş Veli Göçer de her bir can için 15 gün yattı. Bir canın bedeli 15 gün..)
17 bin 282 kişiyi öldüren, 600 bin kişiyi evsiz bırakan, 50 bin kişiyi yaralayan, 500 kişiyi engelli yapan 140 bin binayı kim yaptı, kim onay verdi, kim denetlemedi.. Sormadık!
Orada bir oyun vardı.
"Şimdi sırası değil" dedik kurcalamadık.
Tıpkı 1939 Erzincan, 1976 Çaldıran, 1999 Marmara ve Düzce, 2003 Bingöl, 2011 Van, 2020 Elazığ ve 2020 İzmir depreminde olduğu gibi. Yaraları sardık ama o konuşma sırası da ders alma zamanı da hiç gelmedi.
Büyüdük, büyüdüm..
O gün konuşmadıklarımız bugün enkaz olup başka canların tepesine yıkılmasın diye sorduk, kurcaladık, tartıştık...
Ders alması gerekenler ders vermeye kalktı.
Anladım ki bu ülkede fakirlik gibi doğal afet kaderi de hiç değişmeyecek. Cumhuriyetten beri kaç iktidar gelmiş geçmiş, kaç lider, kaç vaat..
Sırada hangi şehir var bilmem. Belki Aydın, belki Konya, Ankara, belki İstanbul...
Korkarım aynı senaryoyu izleyip "Şimdi sırası değil" diye yapmadıklarımızı halının altına süpüreceğiz ama orada yine anneler, babalar, evlatlar, kardeşler, umutlar, hayaller, yarınlar olacak.
Velhasıl deprem bizim gerçeğimiz. O anı yaşayanlar bilir, deprem çantasıymış, deprem eğitimiymiş… İçindeki bina sağlam olacak.
Çünkü orada kendinizden başka kimse olmayacak.
17 Ağustos Marmara Depreminde hayatını kaybedenlere rahmet, ailelerine sabırlar diliyorum..
Allah öylesi bir geceyi hiç bir millete bir daha yaşatmasın.
Kalın sağlıcakla. (Kaynaklar; Anadolu Ajansı ve Y.Koray)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.