Ekolojik hayat
Bundan sonraki hayatımızı her ne kadar Sağlık Bakanı Sayın Dr. Fahrettin KOCA “Kontrollü Sosyal Hayat” olarak tanımlasa da yeni normalimizin adı “Ekolojik Hayat” olabilir.
Kontrollü sosyal hayatın olmazsa olmazı maske takmak, sosyal mesafeye uymak, hijyen kurallarına riayet etmek, tamam uyacağız. Ekolojik Hayatın olmazsa olmazı ise doğa ile dost olmak; tüketerek ve israf ederek değil, koruyarak ve paylaşarak mutlu olmanın yollarını bulmaktır.
Asırlardır insanoğlunun yürüttüğü doğa ile baş etme mücadelesi, giderek doğaya hükmetme ve kendini doğanın tek sahibi gibi görme noktasına geldi. Bunun sonucu olarak doğal kaynaklarımız hızla tüketildi. İklimler değişti, havamız kirlendi, sulak alanlar kurudu, sularımız azaldı, yeşil alanlarımız ve tarım alanlarımız azaldı. Açlık, yoksulluk, terör, ekonomik sorunlar, göçler, pek çok ülkenin kâbusu haline geldi. Sağlık sorunlarımız arttı. Ve bir gün Korona adlı bir virüs çıktı ve tüm dünyanın ayıbını yüzüne vurdu. Baş etmek için bütün ülkeler çırpınıp duruyor.
Bundan sonrası için insanoğlu, kendini doğanın bir parçası olduğunu ve kendi varlığını sürdürebilmesinin ancak doğayı korumakla ve yaratılan diğer canlılarla (bitki, hayvan) hayatı paylaşmakla mümkün olabileceğini kabul ederek işe başlaması lazım. Çünkü Ekolojik açıklar çok arttı.
Unutmayalım ki ekonomik açıklar birbirimizden aldığımız borçlardır, alınacak tedbirlerle çözülebilir. Ekolojik açıklar ise bizim gelecek nesillerden çaldıklarımızdır ki kolay kolay yerine gelmiyor. O nedenle ekolojik hayata ayrı bir önem vermeliyiz. Bu durum bizim gelecek nesillere, çocuklarımıza ve torunlarımıza olan sorumluluğumuzdur.
Korona virüs nedeniyle başladığımız kontrollü sosyal hayattan eni sonu çıkacağız, belki üç ay belki beş ay ama en geç yıl başı deniliyor. Korona virüs alacağımız tedbirlerden daha güçlü olmadığına göre mutlaka kurtulacağız. Peki ya sonra? Onun için madem yeni bir normalimiz olacak, madem yaşam biçimimiz değişecek acaba yeni hayatın adı “Ekolojik Hayat” olabilir mi?
Şimdi arkanıza yaslanın ve hayal edin. Bakın ekolojik hayatta neler oluyor:
Ülkemizin mera, orman ve tarım alanlarımızın sınırları tam olarak belirlenmiş ve bir daha dokunulmamak üzere güvence altına alınmış. Amaç dışı arazi kullanımının önüne geçilerek gıda güvenliğimiz sağlanmış.
Kırsal kalkınma projelerine ağırlık verilip tarım çalışanları desteklenerek köyden kente göç durdurulmuş. Kırsal alandaki kalkınmanın sonucu olarak herkes doyduğu yerde değil doğduğu yerde geçim kaynağı sağladığından göç önlenmiş, böylece işsizliğinde önüne geçilmiş.
Şehirden kırsala, kırsaldan şehre göç dengelenmesi ile birlikte gecekondulaşma, plansız kentleşme, ulaşım, kirlilik, su ve enerji gibi sorunlar için kalıcı çözümler bulunarak uygulamaya konulmuş, yeşil alanlarımız çoğalmış. Sosyal yaşam alanları artırılmış.
Kentsel dönüşüm projeleri sadece yıkılma tehlikesi olan binalar için değil, su havzalarına ve orman alanlarındaki binalara hatta 40-50 yılın üzerindeki tüm binalar içinde uygulanarak tamamlanmış. Artık şehirlerde yeni imar alanlarına müsaade edilmemekte, kaçak yapılaşma tarihe karışmış. Mevcut binalar yenilenirken akıllı sistemlere yer verildiğinden hayat kolaylaşmış. Tasarruf ön plana çıkmış. Örneğin her bina kendi enerjisini üretebilmekte, yağmur suları toplanıp park ve bahçeler ile yeşil alanlar bu sularla sulanabilmekte.
Gıda maddeleri, ekmek, su, elektrik gibi temel ihtiyaçlarımızı üretirken de tüketirken de tasarruf kültürü oluşmuş, yenilenebilir enerji sistemleri yaygınlaşmış, sıfır atık anlayışı yaşam felsefemiz olmuş.
Hangi yaşta hangi mevkide hangi konumda olursa olsun her insan her gün doymak isteyeceği gerçeğinden hareketle bunları doyuracak ürünlerin yetiştirileceği birinci sınıf tarım alanları, bağ ve bahçeler tarımsal sit alanı olarak ilan edilip koruma altına alınmış.
Şehir içindeki tüm sanayi siteleri, fabrikalar şehir dışına taşınmış, enerjilerini güneş ve rüzgârdan kendileri üretiyorlar. Bacalarından çıkan dumanlar, arıtma tesisine giden atık sular denetlenmekte, endüstriyel simbiyoz (birinin atığı diğerinin ham maddesi) yaygınlaşmış, geri kazanım ve “sıfır emisyon” ilkesi onlar içinde toplumsal bir sorumluluk haline gelmiş.
Vatandaşların ulaşımlarında toplu taşıma yaygınlaşmış. Toplu taşımada kullanılan araçların birçoğu hibrid ya da güneş enerjisi kullanıyor, güneş enerjisinin pilleri boşalınca rüzgârdan üretilen elektrikle yollarına devam ediyorlar. Hibrid ve güneş enerjisi kullanan araçların üretimi ve kullanımı yaygınlaşmış. Yeni araba üretimleri buna göre yapılıyor. Eski model fosil yakıt kullanan araçların şehir merkezine giriş çıkışı engellenmekte. Bisiklet yolları sürdürülebilir olmuş.
Toplum olarak, çevre dostu insanların seçtiği, çevreye saygılı, bilinçli, doğa dostu politikacılar tarafından yönetiliyor olduğumuzdan, siyaset değil toplumsal dayanışma öne çıkmakta olup, memleketi yönetenler attıkları her adımda toplumun ilgili kesimleriyle istişare etmeden kararlar almıyor. Sivil toplum örgütleri, muhalefet, iktidarla iş birliği içinde insanlığın selameti ve ülkenin aydınlık geleceği için birlikte çalışıyor. Eleştiri mekanizması karşılıklı saygı sınırları içinde işliyor….
Hadi şimdi gözümüzü açalım ve düşünelim bu bir rüya mı? Yoksa mümkün olabilir mi? Tabii bu örnekleri çoğaltılabiliriz. O halde böyle bir “Ekolojik Hayata” nasıl geçebiliriz?
Öncelikle birey olarak yeni bir yaşam tarzını ve ahlakını benimsemeliyiz. Bunu adı sürdürülebilir çevre ahlakıdır. Yüce Allah’ın (c.c) sadece biz insanlara verdiği zekamızı bencilliğimize kurban etmeyen tüketerek ve kirleterek değil bölüşerek ve koruyarak mutlu olmayı bilen bireyler olmalıyız. Temizliği, tasarrufu, evde yemek yemeği, mümkün olduğunca yürümeyi, fidan dikmeyi, hayatın her alanında insanlarla iç içe olmamayı bunun yerine doğa ile baş başa olmayı yeni yaşam biçimi haline getirmeliyiz.
Yerel Yönetimler olarak mevcut Kent konseylerini aktif olarak çalıştırıp, vatandaşların en temel gereksinimleri olan eğitim, sağlık, adalet, güvenlik ve beslenme konularında sürdürülebilir çözümler üretmelerini istemelidirler. Kent yöneticileri de buradan gelecek önerileri ciddi olarak dikkate alıp çalışmalarına yön verebilirler. Böylece sorumluluk paylaşılmış olur.
Sağlık alanında kazandığımız bilim kurulu tecrübesini tüm sektörlerde yaygın hale getirilip, oluşturulan bilim kurullarına toplumun diğer kesimlerinden alınacak uzmanlarla birlikte akıl ve bilim öne çıkabilir. Siyaset yaşamın her alanına girmekten çıkar ve kendi yolunda ilerler ama hayat akıl ve bilimin yönlendirmesiyle sürdürülebilir. İşte o zaman rüyalarımız gerçek olabilir.
Böyle bir dünya uzak değil. Yeter ki isteyelim. Yeter ki bir yerden başlayalım. Madem ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. O halde yeni normalimiz “Ekolojik Hayat” olmalı. Evde kalın, sağlıkla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.