Bahar ne kadar uzak şehre?
Güneşin sahili kuruttuğu saatlerde yol boyundaki canlı balık tezgahlarını seyredenler vardı. Bir anda ne oldu anlamadan herkes bir bir dağılmaya başladı. Balıklar leğenlerde çırpınıp duruyordu.
Gözleri koyu, bakışları karanlık mutsuz mu mutsuz bir adam çocuklara üzgün bakıyordu. İnsanlar nasıl da özlemişler güneşi diye içimden geçiriyordum. Ve gözüm kıyıya doğru kayıyor karşıdan gemiler geliyor burnu havada, ak bıyıklarıyla dumanları tüte tüte. Demek akıntı onlara karşı diye düşünüyorum. Gemi insanları gemiye doluşurken kıştı ne çabuk geçti zaman şimdi ise bahar kapıda. Özlemler var şimdi gelen her bir gemi içinde acaba karaya varınca ilk ne alırlar. Nergis mi sümbül mü? Belki de su ortasında susamışlardır. Nerden bilebiliriz ki.
Telefonlarına sığınmış zamane insanlarının içlerinden geçen sanal hayalleri vardır. Herkes bir rahata ermek ister. Bir köye yerleşip çiftlik kursalar hep gülen insanlar olsa. Oh ne güzel hayatlar olurdu neşeli mutlu. Rahata ererlerdi o mutlulukla oysa rahatlamak Aşık Veysel’in “sadık yari”nde gizliydi aslında.
Her yana algoritmalar ezbere düşünceler yağarken ellerimiz ne de olsa toprak damlar için yaratılmış fikri en geçek olanıydı. Kerpiç çatlakları taşırız atadan dededen nineden kalma.
Ne güzeldir bakmasını bilene ne hoş bir edadır maviliklerle avunan sardunya çiçekleri dert ayında dert günlerinde. Üzüntüleri sıkıntıları soluyup karşılığında çiçek veriyorlar insanoğluna. İsimlerimi sakız pembesi, güvez, ebruli merhaba güzel ışıltılı sardunya demeti. Az ilerde yağmurla birlikte yüzükoyun kapanmış tahta sandalyeler kordonu bir tanesinin üzerinde mahallenin tekiri.
Sokak aralarında kaybolmak ara sıra selamlar insanlığı tarihin Rum evleri. Pejmürde duvarları ise fırtına bekliyor sanki. Gördünüz mü uzun pencerenin üst camından içeri orta çağ ışığı girmiş. Hep mi güzellikler köhnede kalır. Bir bakarsınız baykuş bilgeliği, viran ocak başları, o vakur bekleyişler, asilliğin yalnızlık ile eşleşmesi.
Şehrin müzik kutusudur bu evler, ne zaman dokunsam ruhlarına derinden bir ney sesi uzaktan bir huzur kokusu yayılır. Neyin ahengine tınısı ile çello eşlik eder başka bir sokaktan…
Sahi baloncular mutlu olmalı daha önce hiç duymuş muydunuz? Simitçiler de öyle mutsuz satıcı olmamaları çünkü onlar sokaklarda ıslık çalan mutlu şehrin satıcılarıdır.
Tahta köprü altında bekleyen gani gönüllü kırpık vardır kim var ise köprübaşında onun arkadaşıdır. Her kar yağdığında yağmur çiselediğinde sandallar ona doğru yelkenlerini çırpar da üşümesin diye kıvranırlar. Ve ona has bir öşür yevmiyesi vardır her balık sandığında. Yevmiyesi balık sandıklarıdır. Ödemesi alınmayan gönülden ulaşır.
Öyle dalarız bizim gani gönüllü yevmiyesini alırken artık nasıl hasret kaldırsak erdeme bir yiğitlik, bir dürüstlük, bir içtenlik görsek sesimiz titriyor ağlamaklı oluyoruz gözlerimiz havaya inat gibi nemleniyor. Ve geldiler şehrin gemileri, sirenleri karşı kıyıyı selamlıyor duydunuz mu? Ve hasretlikleri bitiyor.
Sahi eskiden olsa rüzgarın kokusundan bilirdi insan her meyvenin mevsimini. Peki ya şimdi, eriğin kokusu gri evlerin balkonlarına takılı taş beton kokuyor hepsi. Başımıza taç yaptığımız defne dalları, fallardaki papatyalar, patlamış mısır görünümlü çiçeklenmiş badem dalları kalmadı dimi hiçbiri neyse belki bir gün. Bakın şu uzaktaki adam kaçtır aynı yerden geçiyor gördün mü yıldız da öyle işinde gücünde sansın dostlar diye bir o yana bir bu yana günümüz hilebazları sanki. Elleri cebinde yollara aylak, çocuklara yabancı, bahardan bir haber, kendine ise uzak…
Sahi gördünüz mü bahar ne kadar yakın sizin yaşadığınız şehre kıyısı olan denizden.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.