Afganistan’dan Küresel Dengeler’e -1-
Aslında Trump döneminde hız kazanan ABD’nin Afganistan ve (kısmen) Irak’tan asker çekme politikasında Biden ile birlikte bazı değişiklikler yaşanması bekleniyordu.
En azından, Biden’ın bu bağlamdaki söylemleri dikkat çekiyordu.
Fakat ABD iç dinamiklerindeki dengeler ve Pentagon’un dış politika karar mekanizmalarındaki ağırlığı, başkan değişse de, bazı stratejilerde değişikliğe gidil(e)meyeceğini gösterdi.
Ve ABD askerlerini Afganistan’dan göstere göstere çekti!
Şimdi Taliban hızla ülkenin yönetimini ele geçirmekte…
Eyaletlerin çoğu Taliban’ın kontrolüne geçti ve Kabil de düşmek üzere…
20 yıl sonra, Afganistan başa dönmüş gibi…
Tabii çok daha ağır yaralanmış ve kirlenmiş olarak…
*
Sovyetler de Afganistan’ı neredeyse bir 10 yıl elinde tutmuştu. Fakat Pakistan ve Batı ittifakı tarafından desteklenen ve bu süreçte bilinçli olarak (komünizme karşı) daha da radikalleştirilen yerel gruplar Rusları geri çekilmek zorunda bırakmıştı. Ruslardan oluşan boşluğu da ülkedeki en önemli askeri güç olan ve zamanla Taliban ismini alan yapı doldurmayı başarmıştı. Tabii Ruslar her ne kadar geri çekilse de, ülkede komünizmle mücadele süreci devam edecekti. Bu da sürecin Taliban altyapısını oluşturan grupların lehine olacak şekilde gelişmesine zemin hazırlıyordu. Ayrıca bu sayede zamanla Taliban bir Peştun hareketi olarak kalmanın ötesinde, Afganistan içlerinde bir mezhepsel refleks hareketi olarak yayılma fırsatı da bulacaktı.
1996 yılına gelindiğinde, Taliban (diğer eyaletler ile birlikte) Kabil’i ele geçirmişti.
Soğuk Savaş’ın nihayete erdiği tarihten tam 10 yıl sonra (2001’de), (ilgili gizli uzun dönemli stratejiler çerçevesinde) ABD küresel hedeflerini gerçekleştirmek için yeni bir modeli uygulamaya geçirmişti. Bu model dâhilinde küresel ölçekte terörizm ile mücadele başlığı altında açık ve örtülü hedefler gerçekleştirilecek, bu sayede hem ülkeyi (ekonomik, askeri, psikolojik ve diplomatik olarak) diri tutacak bir düşman tasavvuru sağlanacak, hem dünyanın farklı noktalarındaki operasyonlar için sebep-zemin oluşturulacak, hem de uluslararası kamuoyundaki “dünyanın hâkimi ABD” algısı da güçlendirilecekti.
İşte bu politik kurgu dâhilinde öncelikle namlu; kılık, kıyafet, sosyal yapı, mezhepsel nüanslar noktasında El-Kaide ile benzer özellikler ihtiva eden Taliban yönetimine çevrildi.
El-Kaide 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirmişti (veya bu ihale kendilerine havale edilmişti) ve örgütün lideri (ifade edildiğine göre) Taliban yönetimindeki Afganistan’a giriş yapmıştı.
İşte oluşan bu tabloda, Afganistan’a acil müdahale için zemin hazır hale gelmişti!
Nasıl mı?
- Küresel uyuşturucu ticaretinin devamı için Afganistan gibi fakir, kontrolsüz, muhtaç ve “tukaka” ilan edilebilecek bir devlete ihtiyaç vardı. Taliban yönetiminde de Afganistan bu niteliklere haizdi fakat o dönemde Taliban ne hikmetse uyuşturucuyu yasaklamıştı. Ayrıca Taliban ile müzakere süreçlerini yönetmek de bir hayli güçtü.
- Afganistan Soğuk Savaş dönemindeki büyük rakibin mağlup olduğu bir coğrafyaydı ve bu bağlamda bir galibiyet küresel ABD hegemonyası için pozitif algı oluşturacaktı.
- Afganistan Soğuk Savaş sürecinde komünizme karşı desteklenen ve Batı nezdinde “Siyasal İslam” olarak tabir edilen farklı fraksiyonların dizginlenmesi için yeni bir döneme başlanabilecek en keskin ve radikal noktalardan bir tanesiydi. Bu sayede büyük enerji kaynaklarına sahip olan İslam Dünyasına derin bir mesaj verilebilecekti.
Ve bu gibi birçok alt gerekçe ile birlikte ABD öncülüğündeki koalisyon Afganistan’a müdahale etti. Afganistan’daki çatışma ortamı, radikallik ve kaos her türlü göstermelik dış müdahaleye rağmen hiç bitmedi. Aksine El-Kaide gibi grupların daha kolay serpileceği bir ortam elde edildi. Öte yandan uyuşturucu ticareti savaş baronu olarak da tabir edilen eyalet valilerinin himayesinde çok daha etkin bir biçimde kaldığı yerden devam etti.
Bu süreçte ABD Irak’a da askeri olarak müdahale etti. Irak’ta da karışıklık, çatışma ortamı ve huzursuzluk artık kontrol edilemeyecek bir noktaya geldi.
Bu hamlelerin neticesinde ABD trilyonlarca dolar para harcamasına rağmen, hedeflediği önemli neticelere erişemedi. Askerleri yıprandı ve büyük bir nefret kazandı. Ayrıca hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunda Pentagon ve ABD dış politikası aleyhinde negatif bir algı oluşmasına mani olamadı.
ABD bu gibi hamlelerle zaman kaybederken, yumuşak güç olarak büyüyen Çin, derin ve hızlı ilerleyen bir kanser gibi, ABD’nin bıraktığı her boşluğu özellikle ticari anlamda doldurarak, ABD’nin yeni ve en tehlikeli rakibi haline geldi.
Daha fazla dış askeri müdahale, daha fazla savaş (her ne kadar devleti birçok açıdan diri tutsa da) ekonomik anlamda geriye gitmek demekti ve artık ABD’nin Çin ile rekabeti sürecinde böyle masrafları göze alabilecek bir lüksü bulunmamaktaydı.
Afganistan müdahalesinin ardından 20 yıl geçmişti ki; artık küresel dengelerde ABD için en önemli faktör olan “Çin” karşımıza çıkmıştı. Bu hakikat Afganistan politikalarını da etkilemekteydi.
Peki,
- ABD Afganistan’da ve kısmen Irak’tan askerlerini çekerek ne elde edecekti?
- Çin ABD’nin çekilmesi ile oluşan boşluğu doldurabilecek miydi?
- Afganistan’ı Taliban’ın alması ile dengeler nasıl değişecekti?
- Türkiye bu denklemde nasıl bir pozisyon alarak, neler yapabilecekti?
- Türk – İslam dünyası bu süreçten nasıl etkilenebilecekti?
- Radikalizm ve terörizm anlamında neler değişebilecekti?
- “İklim değişikliği” politikasının bu bağlamdaki dengeler ile bir ilgisi olabilir mi?
Bu soruları da bir sonraki yazımızda kaleme almak dileğiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.