Küresel Batı Batıyor mu
Kıymetli okurlar, son zamanlarda ‘küresel dünya’ üzerine yapılan tartışmaların görünür olduğunun farkında olduğunuzu varsayarak konu üzerindeki gözlemi tespit, çıkarım ve yorumlarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Konu bütün dünya kadar Türkiye bakımından da fevkalade önemlidir. Şu kadarını ifade edelim ki; Türkiye gündemini işgal eden ‘yolsuzluk’ iddiaları esasen konu ile ilgilidir. Bu ilk yazımızda ‘küreselleşme (globalleşme) kavramı üzerinde durmaya çalışacağım.
Küreselleşme en kısa şekliyle ‘gelişen ve küçülen dünyanın imkân ve kabiliyetlerinden yararlanılmasıdır.’Demokrasinin ‘halkın kendi kendisini yönetmesi,’laikliğin‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması,’insan haklarının da evrensellikle bir ilişkisinin olmaması’ gibi, küresel dünyanın da bahsedilen türden bir refahla bağı yoktur aslında... Bu konu da ‘merceğimiz’ altında olacak.
Son 30-40 yıldır yoğun konuşulsa da, küreselleşme süreci gerçekte birkaç asır önce başladı. ‘Batı’nın üstünlüğü ele aldığı tarih de öyle… Bu tarih bizim bakımımızdan 1699-Karlofça’dır. Ama bir süre daha dengede gitmiştir ilişkiler... Bu yüzden 200-250 yıl gibi bir geçmişten başlatılabilir süreç... Ama 1839 Tanzimat Fermanı bir milattır. Ne var ki ‘Ferman’ gerçekte bize değil ‘Batı’ya aitti. 1789 Fransız Devrimi de onlar için milattır. Bu tarihten bir süre sonra ise o malum devlet (ABD) kurulmuştur.
Tarihi kökenleri buralara, hatta değişik yorumlara göre çok daha geriye götürülebilse de küreselleşme günümüzdeki anlamı ile esasen İkinci Dünya Savaşı sonrası gündeme gelmiş bir kavramdır. Zira İkinci Dünya Savaşı sonrası oluş(turu)an ekonomik, siyasi ve askeri yapı(dünya düzeni) küreselleşme olarak kondu insanlığın önüne… 30-40 yıl öncesi ise 1990’lı yıllarda Doğu Blokunun çöküşü ile ilgili olup, kavramın sıradan insanın hayatına nüfuz ettiği tarihtir.
Küreselleşme yaygınlık kazandığı dönemlerde ekonomik tabanlı bir terim olarak ortaya çıkmıştır. Ancak zaman içerisinde paraya hükmedenler alanı genişletti ve siyasi, toplumsal, hukuki, hatta kişisel bir hale dönüştü(rüldü). İnternet ve cep telefonu, akabinde adeta ışık hızıyla gelişen ve patlayan ‘sosyal medya’ dönemin belirleyicileridir. Ve milyarlarca insanla etkileşim içerisine girdi.‘Gelişen ve küçülen dünyanın imkân ve kabiliyetleri’ çok daha fazla elbet…
Amerika İkinci Dünya Savası sonrası elde ettiği geçmişte benzeri görülmemiş gücü, Sovyetler Birliğinin aksine doğrudan kaba güç kullanmak yerine, caydırıcı gücü de elinde tutarak ‘nüfuz alanı’ oluşturma yönünde kullandı. Nitekim aralarında geçmişte bir parçası da olduğu İngiltere’nin de içerisinde yer aldığı kocaman bir Avrupa onun inisiyatifine kalmıştı. Marshall nüfuz altındaki dünyada lehine kamuoyu oluşturdu. NATO vasıtasıyla elinde bulundurduğu güç bir yandan onlar için Sovyet tehdidine karşı koruma, bir yandan da ‘haddi’ aşanları te’dip aracı idi. ‘NATO Darbesi’ tabiri kulağınıza aşinadır.Demoklesin bu kılıcı tepemizden de hiç inmedi.
1944’te oluşturduğu ekonomik düzen (BrettonWoods Sistemi) de dolara dayanıyordu.Bakınız bir yetkili durumu nasıl özetliyor; “dünyanın zenginliğinin yaklaşık %50'sine sahibiz ancak nüfusunun yalnızca %6,3'üne... Önümüzdeki dönemdeki gerçek görevimiz, bu eşitsizlik konumunu sürdürmemizi sağlayacak bir ilişki örüntüsü tasarlamak" (alıntı). Ve içeriden bir başka göz şu tespiti yapmıştı; "kapitalizmi küresel erişiminin anahtarı olarak kullanan ve böyle bir girişime mümkün olan her şeyi entegre eden Amerikan merkezli devlet küreselleşmesi"nin çok kapsamlı hali’ idi.
Küreselleşme Batı nezdinde ‘uygar’ olanı barbar olandan ayırt eden bir turnusol kâğıdıdır. Bugün ‘modernizm’ adı altında hayat felsefesine dönüşen algı, gerçekte güçlü olanın yani Batı’nın dikte ettiğinden başka bir şey değildir. Sözgelimi ekonomide kapitalizm asıldır (ortodoks). Bundan her sapmayı heteredoks kabul eder.
Devlet yapısında asıl olan ise laikliktir. Aksini tartışma masasına dahi koymaz. Kişisel olan ise seküler hayat felsefesidir. Zira sekülerizm kişiye sınırsız özgürlük verir. Tabi bu kısıtlar kalkınca, sözgelimi kız kardeşinizle, aynı cinsle, çocuklarla veya kendi çocuğunuzla ‘birlikte’ olmanın bir mahsuru da kalmıyor. Aslında modern insan bunları ve çok daha fazlasını kabul etmiş oluyor; bir çoğu bu hakikatin farkında olmadan…
Anlaşıldığı üzere küreselleşme insanlığın ortak mirası değil güçlünün dayatmasıdır. İnsanlık bu yüzden süreç içerisinde tek düze bir hal almıştır. ‘Yerel’ ve ‘Milli’ olana dair her ne varsa yine bu yüzden itibarsızlaştırılmıştır. Farklı toplumlardaki hassasiyetler zayıflatılarak orta-uzun vadede yerel ve milli kültür-medeniyetten gelen potansiyelin kullanılması engellemiştir. Aile bağlarının zayıflaması, yalnızlaşma, tüketim alışkanlıklarının değişmesi nedeniyle değişen aile düzeni ve boşanmalar, evliliklerin azalması bunlardan bazılarıdır.
Küreselleşmeyi sosyal medya ile kıyaslayarak da somutlaştırabiliriz. Sosyal medya kullanmayan kalmadı neredeyse… Adı üzerinde ‘sosyal’ medya ama, sosyal medyaya gömülmüş herkes bir o kadar ‘asosyal…’ Küresel değerler sanki kişiye özgürlük alanı açıyormuş gibi pazarlansa da; küresele talip olan her millet kendisine ait olanı marjinalleştiriyor. Küreselleşmenin öylesine baskın bir hali var ki; çok uluslu şirketler (bunlar da küresel aparattır) karşısında rekabet edemeyen yerel işletmeler ya da zincir marketler karşısında tutunamayan her türden ‘esnaf’ gibi bütün oyuncuları devre dışı bırakıyor.
Dünyanın ‘küçük bir köy’ olması küreselleşmenin bir sonucudur (küresel köy). Zira köy, benzer alışkanların baskın olduğu yerleşim birimleridir. Küçük olması da bilgiye ulaşmayı kolaylaştırır. Köyün diğer bir özelliği ise benzer ihtiyaçlara sahip olmaları ve birbirine olan bağımlılıktır. Nitekim küresel ihtiyaçlar gitgide tekdüze bir hal almıştır. Ülkelerin birbirine bağımlılığı da artmıştır. Öyle ki; günümüzde herhangi bir devletin küresel düzenin dışında ayakta kalması mümkün gözükmemektedir. Küreselleşmenin iktisadi, siyasi, sosyal, kültürel pek çok boyutu olmakla birlikte iktisadi güdüler küresel bağlantılar üzerinde her zaman baskın olmuştur.
Küreselleşen düşünce tüm dünyayı etki alanı olarak görür. Küreselleşmenin siyasi yanı Batı değerlerinin standart kabul edildiği anlayışı temsil eder. Bu yüzden sözgelimi demokrasinin olmadığı bir toplum yapısı standart dışıdır. Kuzey Kore bu anlamda standart dışıdır mesela... Tanımlanan türden insan hakları konusunda standart davranmayan bir devlet yapısı da ambargolarla standartlara uymaya zorlanır.
Küresel örgütlerin kuruluşu da konu ile ilgilidir. OECD, Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası ekonomik ve finansal bakımdan kurulan örgütlerdir. Avrupa Birliği ise küreselleşmenin bir diğer ayağı olup, coğrafi olarak bölgesel olsa da siyasi bakımdan küresel bir örgüttür. Küreselleşme kültür ve medeniyetleri de etkilemiş olup, benzer alışkanlıkların güç kazanması yerel olanı ikinci sıraya atmıştır (devam edecek).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.