Serdar Ermiş

Serdar Ermiş

Hayat süren leşler...

Hayat süren leşler...

Doğanın bir dengesi var. 

Her canlının o denge içinde bir yeri... 

Kendi haline bırakırsanız doğa tüm sorunları çözer, ekosistem sağlıklı bir şekilde işler.

Evrenin en vahşi canlısı insan, o dengenin en büyük düşmanı. 

En vahşi canavarların bile ekosistem içinde bir görevi vardır. 

Bir canlıyı parçalayarak yiyenler bile diğer neslin kontrol altında tutulmasında görev üstlenir. 

Çünkü o canlı çoğalırsa başka canlıları azaltır, ekosistem içindeki denge bozulur. 

Doğanın kendi dengesi asla buna müsaade etmez. Ama insan öyle değil. 

Bazen insanlar için "Leş kargası" nitelemesi yapılır. 

Oysa çok yanlış bir benzetmedir bu. 

Çünkü leş kargalarının ekosistem içindeki görevi hayatidir. 

Onlar sayesinde doğada kokuşmuş hayvan ölüleri bulunmaz. Onlardan hastalık, bakteri, virüs yayılmaz. 

İnsan her zaman dünyadaki doğal ekosistemin en büyük düşmanı olmuştur. 

Çünkü insanın en aşağılık canlıya dönüşmesi uzak bir ihtimal değil.

Zaten cehennem bunun için var. 

Son günlerde, hatta yıllarda, hatta asırlarda yaşadıklarımızın özeti bu.

İnsanın doğal ekosisteme verdiği zararların cezasını çekiyoruz. 

Afetlerin sebebini uzakta aramaya gerek yok. 

Gelelim yakın zamanda yaşadıklarımıza...

Koronavirüs salgınının, insanın vahşi yaşama müdahalesinin sonucu olduğunu anlatmaya gerek yok. 

Kene sorununun, kene avcısı kuşların neslini tüketmemizden kaynaklandığını da... 

Kuraklık ve aşırı yağış sorunlarını aynı anda yaşamamızdan alacağımız çok ders var, ama insan o mesajı almamakta ısrar ediyor. 

Kuraklık ve düzensiz yağış sorununu körükleyecek bir şey daha yapıyor insan: ormanları yok ediyor.

Sabotajdı değildi... Sonuçta sebep insan... 

Aslında dikkat çekmek istediğim nokta bunlar değil. 

Bu girişleri insanın vahşetini her türlü ortama taşımasını anlatmak için yaptım. 

Dünya üzerinde gerçek ya da sanal her türlü ortama insan vahşiliğini taşıyor. 

Balta girmemiş amazon ormanlarından okyanusun en derin yerlerine, yeraltından uzaya kadar her yerde insanoğlunun vahşiliğinin imzası var. 

Konya ovasında 20 yıl önce bir metreden çıkan suyun şimdi 300 metreden çıkması bunun örneği.

Uzaya bırakılan çöplerin artık uyduları ve uzaya gönderilen araçları tehdit etmeye başlaması da... 

Ya da modern dünyanın en büyük ortamı internetteki vahşet.

İnsan ulaşabildiği her ortama evrenin en büyük vahşiliğini taşıyor. 

Yeni gözdesi ise sosyal medya... 

En büyük vahşiliklerden biri sosyal medyada sergileniyor. 

Linç kültürü rutine dönüştü. 

iğrençlik alışkanlık haline geldi. 

Orman yangınları başlar başlamaz sosyal medyada gündem olanlara bakıldığında insanın midesi bulanıyor. 

Doğruyu bulmak için yapılan eleştirilere, tepkilere lafım yok. 

Bu konuda eleştirilecek çok şey var.

Ama her şeyin yeri ve zamanı var. 

Cenazenin başında miras kavgası yapılmaz. 

Ormanlarımız yanarken yapılabilecek en iyi şey bir bardak da olsa su atarak çalışmalara katkı vermek.

Marmaris'te itfaiyecilere su ve ayran taşırken şehit olan Şahin de insan...

Aynı gün orman yangınlarını kendi siyasi, etnik ve ekonomik çıkarlarına alet etmek için oturduğu yerde ahkam kesenler de insan sınıfında... 

İşte onlar için ilk akla gelen niteleme "Leş kargası"... Ama başta söyledim. Leş kargalarının da ekosistem içinde çok kritik bir işlevi var. Bunlar o nitelemeyi bile hak etmiyor. 

Bu noktada Üstat Necip Fazıl'ın "Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek" dizesi akla geliyor. 

"Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir" diyen Necip Fazıl'ın yaptığı "Hayat süren leşler" nitelemesi bunlara uygun gibi görünüyor. 

"Hayat süren leşler", hiçbir insani gerekçeleri olmasa da şerden vazgeçmiyor. Peki biz bunlarla yeterince mücadele ediyor muyuz; maalesef hayır... 

Onların bu saçma sapan görüşlerini dile getirmek ve yaymaktaki azmi çok şaşırtıcı.

Oysa doğruyu savunanlarda bu azim ve iştah yok. 

Doğruyu çok kişi bilse de savunan çok az. 

Bu nedenle meydan "Hayat süren leşler"e kalıyor. 

Sonrasında o leşlerin attığı sahte golleri çıkarmak zorlaşıyor. 

Konya'da yaşanan katliamdan sonra da benzer şeyler yaşadık. 

Bu ülkede sözde sağlık çalışanlarını temsil eden bazı "Şer birlikleri"nden gelen mesajları ibretle gördük.

Bu toplumu dinamitlemek, adında Türk bulunan bu "Şer birliği"ne ne kazandırıyor merak ediyorum. 

Şaşırdık mı: Hayır... 

Bu ülkedeki doktorların böyle bir şer birliği tarafından temsil edilmesinden utanıyorum. 

Adının başında doktor olan herkes de utanmalı. 

İşte burada az önce söylediğim "Doğruyu bilenler yeterince savunmuyor" sözü tekrar gündeme geliyor. 

Bu görüş doktorların ağırlıklı görüşü mü: Hayır.

Belki doktorların yüzde 5'inin görüşü. 

O yüzde 5'lik kesim nasıl tüm doktorların temsilcisi oluyor? 

İşte oturup düşünmemiz gereken asıl konu bu... 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Ermiş Arşivi