Öfke her şerrin anahtarıdır
“Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır.”
Hintli bir derviş öğrencileri ile Ganj nehri kenarında gezinirken öfke içinde birbirine bağıran bir karı-koca görmüş. Öğrencilerine dönüp: “ İnsan, yanı başındaki insana üstelik de karıkoca neden böyle birbirlerine bağırıyorlar? Neden daha alçak bir ses tonu ile de meramlarını anlatabilecek iken, niye bağırırlar?” diye tekrar sormuş:
“Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış. “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafe de o kadar uzaklaşır. Birbirlerini duyamaz hale gelirler.
Peki, insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar. Çünkü kalpleri birbirine yakındır. Arada mesafe yoktur. Peki, insan birbirini severse ne olur? Artık konuşmazlar sadece fısıldaşırlar. Çünkü kalpleri birbirine daha da yaklaşmıştır. Aradaki mesafe kapanmıştır. Hatta bir süre sonra fısıldanmalarına da gerek kalmaz birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte gerçek anlamda birbirlerini sevenlerin yakınlığı böyle o olur.”
Daha sonra derviş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”
Câfer-i Sâdık (r.a) ait olduğu söylenen güzel bir söz vardır: “Öfke, her şerrin anahtarıdır.”
İnsanlar bu anahtarın kapanmamak üzere açacağı kapılar olacağına dikkat etmelidir.
Şahsına yapılan hata ve kusurlar karşısında Allah rızâsı için öfkeyi yutmak, fazilet sahibi olanları ölümsüz kılan unsurlardan biri olsa gerektir.
Sabreden, kendine yapılan kötülüğü affedenlerden olmak, öfke anında nefsine (kendine) hakim olmak gerçek yiğitliğin göstergelerindendir.
“Sen af ve kolaylık yolunu tut; iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’râf sûresi, 199)
Bu ayet üstün ahlakı en güzel şekilde ifade eden bir uyarı ve nasihattir. Bu uyarıya uygun hayat yaşayanlar her zaman diri kalacaklardır.
Bedeni diri olmanın yanında aklını, kalbini ve ruhunu diri tutacak erler çıktıkları hayat yolculuğunda zaman ve mekan boyutunda yaptıkları yolculukların ötesinde gönül dünyalarına yapacakları zihin-kalp ve akıl üçgeninde gerçekleştirecekleri yolculuğu da ihmal etmedikleri ölçüde bedenleri bu dünyadan ayrılsa da, isimleri gerçek yiğitler arasında anılmaya devam edecektir.
Büyük Zen üstatlarından biri olan Lin Chi’nin öfke ile ilgili bir hikâyesiyle devam edelim.
Üstat gençliğinden beri küçük bir kayıkla, tek başına göle açılır, saatlerce kalırmış. Kimsenin olmadığı zamanları tercih eder, kayığında sessizliğin ve yalnızlığın tadını çıkartırmış.
Yine mehtaplı bir gecede, gözleri kapalı halde tefekkür yaparken, bir şeyin kayığına çarpmasıyla sarsılmış ve tefekkürü bozulmuş.
Gözleri kapalı olduğu için; “Koskoca gölde beni nasıl görmez de çarpar diye düşünmüş. İçinde büyük bir öfke yükselmiş.” Gözlerini açmış ve öfke içinde tam kayıktakine bir şey söyleyecekken; o da ne, bir bakmış ki kayıkta kimse yok kayık boş.
İşte o anda öfkesini gösterecek bir kişiyi bulamamış. Kayıkta kimse yokmuş. Yalnızca rüzgarla hareket ederek, gelip üstadın kayığına çarpmış. Bu sebeple yapacak hiçbir şey olmadığını ve öfkesini boş bir kayığa yansıtamayacağını düşünmüş.
Öfke oradaymış ama çıkış yolu bulamadığı için o anda gözlerini kapatmış. Ve öfkenin asıl kaynağını bulmak için içine yönelmiş. İçinde özel bir noktaya ermiş ve bir farkındalık sıçrayışı yaşamış. Artık o boş kayığın, ona rehberlik ettiğini ve onun ustası olduğunu söylemiş.
Biri gelip onu kızdırmaya/öfkelendirmeye çalıştığında, yalnızca gülümsüyor ve diyormuş ki:
‘Bu kayık da boş…’ diyerek gözlerini kapatıyor ve içine doğru yolculuk yapmaya devam ediyormuş.
Bu hikâyeden yanlış bir mesaj çıkarılmasın. Öfke, insan fıtratında var olan bir duygudur. Olması gereken bu duyguyu bastırmak değil doğru yer ve zamanda kullanmayı bilmektir.
İnsanoğlu, öfke sınırlarını asla bilemez. Bizim nelere öfke duyacağımız ve sınırlarımız, kadim kaynaklarımızda var olup herkes için malumdur.
Canı, malı, namusu, dini, umumi hakları korumak ve mazluma yardımcı olmak için duyulan öfke kötülenmiş bir öfke değildir hiçbir zaman.
O zaman nedir kötülenen öfke? Sorusu akla gelebilir. Bunun cevabı da: Adalet söz konusu olduğunda/ bir kötülükle karşılaşıldığında sessiz kalıp sadece dünyevî meselelerde nefsi istek ve arzular karşılanmadığında ortaya çıkan öfke türüdür…
“İnsanları rahatsız eden dışlarındaki şeyler değil, o şeylere dair kendi görüşleridir.” der Epiktetos…
Öfke ile yüreklere ateş salanların zulümlerinden gelişecek bir ağaçtan ancak zakkumlar filizlenir. Bu filizlerin yeri de cehennem olacaktır.
Kavgacı bir samuray, Zen üstatlarından birine, kendisine cennet ve cehennem kavramlarını açıklamasını ister. Üstat, onu küçümseyen bir tavırla:
“-Sen eşeğin tekisin, senin gibilerine zaman ayıramam.” der.
Şerefi zedelenen samuray, öfkeden kıpkırmızı kesilerek kılıcını kınından çıkarıp:
“-Seni bu küstahlığın için öldürebilirim.” diye bağırır.
“-İşte…” der, Zen Üstadı, sâkince:
“-Bu cehennemdir.”
Samuray, kapıldığı öfkeyi îmâ eden, ustanın doğru sözleri karşısında irkilir ve sâkinleşerek kılıcını yerine koyar, kendisine kazandırdığı iç muhasebe imkânı için üstada teşekkür eder.
“-İşte bu cennettir.” der, üstat bu sefer…
Son söz:
Öfkelerini yutan ve insanları bağışlayan takva sahibi kullar için hazırlanana koşanlara ne mutlu.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.