Kudüs’ün ahvali ümmetin atisi
Toprakları kutsal belde, ilk kıblemiz, Müslümanların; kanayan yarası, gözümüzün nuru, gönlümüzün ruhu, inançların diyarı kültürlerin harmanı, şehirlerin incisi, ins-u cinin rüyası, peygamberlerin diyarı… Kudüs!
Bin yılın mazisi ve daha nice yılların atisini barındıracak kadar kadim bir şehir olan Kudüs, bunlara istinaden 3 semavi dinin kutsallığını ve de insanlığın kimliğini taşımaktadır. Milattan önceki dönemlerde Uruşalim ve Yabus isimlerini alan kadim şehir, ilahi davet sürecinde Hz. Davut’un krallığına dahil olmuştur. Daha sonra selefi Hz. Süleyman bayrağı devralıp tevhit inancını bu kadim şehirden savunmuştur. Nice uygarlığa ve imparatorluklara mekân olan gözde bir şehir olmuştur. Lakin kan ve gözyaşı musluğu her daim akmış, akıtılmıştır. Tabi ki sözde değil de özde Müslümanların fetihleri ve hükümleri esnasında huzur diyarı olmuştur. Bin bir entrikayla o huzurlu sükunu bozup kadim şehir Kudüs’ü birilerine tabiri caizse peşkeş çekip köhne zihinlerin kirli emellerine alet edildiği dönemler olmuştur.
Bu talihsiz dönemlere baktığımızda Helen imparatorluğu, Roma imparatorluğu, haçlı kontlukları, İngiliz mandası ve son olarak zalim Siyonist Yahudilerin devletlerini görmekteyiz.
Sahnedekiler hep aynı. Bir taraf Gül Medeniyetinin neferleri diğer taraf satılmış ateş taraftarları.
Diğer yandan bu dönemlerdeki Müslüman profiline baktığımız da kendi şahsi hevasını dava hattının önünde tutan, bana karışmayan yılanın ölümsüz olması fikrini benimsemiş bencil ve cahil şahıslar görmekteyiz. Yani “ihtilafa düşenin iktidardan düştüğü” açık seçik bir şekilde görülmektedir.
Hz. Ömer’in fethinden sonra Mescid-i Aksa inşa edilerek belde İslam devletinin topraklarına eklenmiştir. Müslümanların ve hatta insanlığın beldesi olan Kudüs 11. Yüzyılda haçlı seferlerinin düzenlendiği- ateş taraftarlarının bir, Müslümanların ise bin bir parça olduğu- zaman da mezalim ehlinin eline geçmiş ve mazlum yüzlerce insan öldürülüp ağır işkencelere tabi tutulmuştu.
Kadim şehir ne yazık ki kabir şehri olmuştu. Ta ki Yusuf Selahaddin Eyyübi gelene dek. O; sabır, merhamet ve fetih libasını üzerine giydi, bütün Müslüman avamı bir etti, cihat bayrağını açtı ve Kudüs’e hak ettiği değeri geri verdi. Nureddin Zengi’nin vasiyetini yerine getirdi ve o kutlu minberi Mescid-i Aksa’ya yerleştirdi.
Uzun yıllar sonra, halife Yavuz Sultan Selim tarafından dünyaya nizam veren Osmanlı imparatorluğuna Kudüs-ü Şerif olarak eklenmiştir. Kudüs-ü şerif çünkü kutsal bir belde. Peygamberimizin miraca çıktığı o kutsal topraklar onun toprağı.
Osmanlı himayesinde de uzun bir süre mesut lahzalar yaşayan kadim şehir ne yazık ki Osmanlının son demlerinde Siyonist Yahudiler tarafından fazlasıyla arzulanıyordu. Geminin su almasından faydalanan bir güruhtu eli ve emelleri kanlı Siyonistler. Lakin cennet mekân sultan Abdülhamit Han; “kanla alınan topraklar kanla verilir” diyerek o güruhun vampir dişlerini Kudüs-ü Şerif’in üzerinden çekmişti.
“Ama hainler iflah olmaz.” Birinci dünya savaşında İngilizler kandırdıkları Arap kabile reisleri vasıtasıyla halkı galeyana getirerek o toprakları Arap yarım adasıyla bir belirsizliğe mahkum etmiştir. İngiliz mandater devleti Balfour deklarasyonunun ardından Kudüs’ü hegemonyası altına alınca bir Yahudi devletinin yolunu açarak Yahudi göçüne destek sağladı. Bir yandan İngiliz mandaterler bir yandan azıtmış Siyonistler halka eziyet ve soykırım yapmaya başladı. Lakin Filistinli kardeşlerimiz canlarına mal olsa da kutsal toprakları, peygamberimizin ve peygamberlerin emaneti olan o İslam beldesini terk etmediler.
Eli kanlı, gönlü tenha, aklı menfi olan Siyonistler iyice azıtarak Deyr Yasin köyünü katlettiler. Arap devletleri ses çıkarmak istese de nafile. Ancak aciz olduklarını beyan etmiş oldular. Sonra da Nekbe yani büyük felaket. Ardından Kudüs’ün taksimi ve İsrail devleti kurulur.
Neden böyle oldu diye aklımıza ve vicdanımıza sorduğumuzda ne yazık ki yüzümüz kızarır. Sadece Arap ülkelerine suç atarak bizlerin üzerindeki töhmet ve mihnet katiyen kalkmaz. Evet ne yazık ki Arap devletleri kendi çıkarları uğruna Kudüs’ü propaganda yaptılar. Onu kendi siyasetlerine alet edip hamaset nutukları çektiler ama İslam âleminin parçalanmışlığı bugünkü sonuca zemin hazırlamıştır.
Kudüs’ü sadece televizyon haberlerinden ibaret sanmamalıyız. O Müslümanların hala kanayan yarasıdır.
Onu pusula tayin etmeliyiz.
Şu an orada bir soykırım olmakta terör estirilmekte.
Müslüman ülkeler bu durumu sadece kınamakla yetinirse oradaki Müslüman kardeşlerimiz de bizleri kınar.
Kendi zevk ve hevamız için yaşarsak öncekilerden ne farkımız kalır?
Hâlbuki Kudüs’ü alan Ömer Kudüs’e yaşlı devesiyle girdi.
Yusuf Selahaddin ise gönlünde merhamet ve dava ilkeleriyle girdi.
Yavuz ise Kudüs’ü kutsallığına kavuşturmak için girdi.
Hiç biri insanın düşüneceği dünyevi çıkarlar için girmedi.
İslam ümmeti bu uğurda bir olmazsa kalbi bir atmaz ise Kudüs’te akan kan ve gözyaşını durduramayız.
Hal böyleyken tüm İslam coğrafyasında akan kanın durması ve Kudüs’ün tekrar özgürlüğüne kavuşması için ümmet şiarıyla, tefrikaya düşmüş yöneticilere rağmen bir olunmalı. İşte o zaman Kudüs özgürlüğüne kavuşurken Bağdat emperyalist güçlerden arınır, Şam ve Kahire İslam şuurunun hâkim olduğu beldeler haline gelir. Lakin dillerin ve dinlerin ortak mirası, insanlığın vicdan terazisi, bir asırdır tutsak olan hüzünlü belde özgürlüğüne kavuşmadan İslam coğrafyasında akan kanın durması da mümkün değildir. Zira Siyonist ve emperyalist güçler İslam coğrafyasının her köşesinde ümmetin birliğini bozacak şekilde kan akıtmakta ve türlü entrikalarını fiiliyata geçirmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.