Ya dengesizsiniz, ya da denge sizsiniz
Bize has bir özellik olsa gerek, nedense millet olarak ifrat ve tefrit arasında gidip geliyoruz. Hep uçlardayız. Orta yolu bulmak, her şeyi kararında yaşamak, itidalli davranmak zorumuza gidiyor.
Üstelik yaşanan aşırılıklar toplum nezdinde de çoğu kez normal kabul ediliyor.
Mesela; Önceden kamu kurumlarında memur ya da amir konumunda olan kişiler vazifelerini icra ederken halka tepeden bakardı. Vatandaş istisnasız her kurumda azarlanırdı. Doktorun önünde el pençe divan durmazsan tedavi olamazdın. Onun her türlü kaprisine, azar ve hışmına boyun eğeceksin ki işin görülecek... Şimdi her ne kadar eskiden gelen alışkanlıklar kısmen devam etse de bu kez tam tersi durum yaşanıyor. Doktor, hemşire, hizmetli, eczacı darp etmek vaka-i âdiyeden sayılır oldu. Canımız için çalışanlar, keyfi sebeplerle can verir oldu...
Öğretmenlere çocuğumuzu teslim ederken "eti senin kemiği benim" diye teslim ederdik. Çocuk okulda öğretmeninden dayak yediğini söylediğinde "kim bilir ne halt yedin de dövdü öğretmenin" der, bir de evde anne-babasından dayak yerdi. Öğretmenleri görünce ayağa kalkar, önümüzü iliklerdik. Öğretmenlere karşı sevgimiz ve saygımız o derece büyüktü. Şimdi öğrencisi, velisi, kaymakamı, valisi hatta bakanı bile öğretmen dövüyor. Kimi lafla kimi sopayla... Çocuğuma yan bakmışsın, moralini bozmuşsun, istediği arkadaşıyla oturtmamışsın diyen sormadan soruşturmadan üst mercilere şikayete başvuruyor. Üst merciler de çoğu kez "Veli her zaman haklıdır, haklı olmadığı durumlarda öğretmen haksızdır" şeklinde hareket ediyor. Şikayetin aslının astarının olmaması pek de önemli değil. Tabi bazen keşke şikayet etseydi dedirten görüntülerle de karşılaşıyor, sonra da öğretmenden kaliteli eğitim bekliyoruz...
Öğretmen açısından bakarsak, önceden öğretmen olmak kıymetli idi, şimdi öğrenci olmak. Önceden kimi öğretmenler sorgusuz sualsiz döverdi. Sıra dayağı denen güya adalet yönteminde suçsuzca sopa yerdi minicik eller. Kimisinde merhametten eser olmaz cetvelin yan kısmıyla elin içine değil parmakların ucuna vururdu. Ufacık bir hatada sınıfta bırakanlar vardı. Bu tip olumsuzluklar önceden normalken şimdi ise sınıfta kalmanın en zor olduğu, öğretmenin öğrenci nezdinden bir karşılığının kalmadığı, eğitimin bir kenara itilip öğretmenden sadece öğretme, hatta akşama kadar öğrenciyi avutma görevinin istendiği, öğretmenin ellerinin kollarının bağlandığı, hiçbir yaptırımının olmadığı bir dönemdeyiz...
Polis ve hatta jandarma için de durum pek farklı değil. Temel hak ve özgürlüklerin keyfi sebeplerle kısıtlandığı yakın geçmişte polise karşı koymayı bırakın yan gözle bile bakılamazken AB uyum yasaları adı altında öğretmen gibi polisin de elini kolunu bağladık. Vekilinden vatandaşına kural tanımayan herkes polise jandarmaya efelenir oldu...
Aileyi, kültür ve medeniyetimizi yıkan sapkınca fikir ve akımlar özgürlük kisvesi adı altında yaygınlaştırılıyor, karşı çıkanlar engelleniyor. Toplum içinde yaşanan olumsuzluklara ses çıkarılamıyor. Allah ve Rasulü'nün emrettiği, toplumumuzun da benimseyip asırlardır yapageldiği iyiliği emredip kötülükten men etmek, olumsuzlukları eliyle, eliyle olmazsa diliyle düzelmek günümüzde çok zor artık... Başına gelebilecek sıkıntıları bildiği için kimse yanlışı düzeltemiyor. Kimse hatalı davranana ses çıkaramıyor. İşte bu noktadan sonra da kıyameti beklemek kalıyor...
Peki neden? Neden dün öyleyken bugün böyleyiz? Neden orta yolu bir türlü bulamadık? Özgürlükleri kazanmak için mücadele verirken özgürlüğün doğru tanımını zihinlere yerleştirmeyi unuttuk. Bu kez herkes kendinde her hakkı görür oldu. Sonuçta özgür(!) bir ülkeydik artık...
Bu kadar özgürlük fazla...
Terbiyesizlik, şımarıklık, ahlaksızlık, kural tanımazlık, başkalarına saygısızlık özgürlük sanılıyorsa bu, özgürlük falan değil... Özgürlüğün gerçek tanımını acilen gözden geçirmemiz lazım vesselam...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.