Deniz ÖZTÜRK

Deniz ÖZTÜRK

İÇİMİZDEKİ MELEK (2)

İÇİMİZDEKİ MELEK (2)

Melek düşünceler içindeyken macunları kuruyup düşmüş pencereleri rüzgarla sallanıp ıslık çalan kapısı yeşil işlemeli iki katlı evlerinde oturuyordu. Yağmur yağacak gibiydi ve Melek su içmek için yağmurun yağmasını bekleyebileceğini fark etti aslında kendisi de anlam veremedi bu duruma ve beklemeye koyuldu. Melek doğduğu ilk günden beri yetinmeyi bilen, edilgen sinik yapısı da zaten buna uygundu. Bir yere uzanıp tahta kaplı tavanı izlemeye koyuldu. Susuzluğunu unutmaya çalıştı. Tahta parçalarının ağaç oldukları zamandan kalma gözleri ve akıp giden çizgileri vardı. Çizgiler dümdüz ilerliyor, gözlerin yanına gelip bir kavis çizerek budak yerinin etrafından dolaşıp gene yollarına devam ediyorlardı. Kimileri koyu kimileri açık renkliydi. Tahta gözlerinde bademe benzeyenler, yaprağa benzeyenler, hatta kelebeğe benzeyenler bile vardı. Bu tahtalar ağaç olduklarını biliyorlar mı acaba diye düşündü? Derken gene yanlış bir şey söylediğini fark edip vazgeçti. Bir keresinde tıpkı buna benzer, normal herkesin yadırgayacağı, dahası kolaylıkla “deli” diye yaftalayacağı bir şeyi daha önce aile içinde dediği için psikolojik şiddete uğramış, haftalarca kendisiyle ilişki kesilmiş, kimsenin giymeyeceği koyu kurbağa yeşili kıyafetler giydirilip bir dağ kulübesine kapatılmıştı. İşin tuhaf yanı da geçirdiği en özgür, en güzel günler onlardı. Hiç karışanı girişeni olmadan yalnız başına istediği gibi özgürce yaşamıştı. Önceden, ta yıllar öncesinden onun için tasarlanmış hazır edilmiş eşyaları ve kelimeleri kullanmak zorunda olmadığı, bir kulübeye kapatılsa da özgürce yaşadığı haftalar. Elbette özgürlük gibisi yoktu. Aklına hince bir plan geldi. Ceza alarak kendisini gene o kulübeye kapattırabilirdi. Sonra aniden sağa sola sıçrayıp yüksekçe sesler çıkarmaya başladı. Yan odadan duyacak olan biri, bunu hızla koşan bir farenin ayak sesleri sanabilirdi. Tekrar koştu tepindi. Birileri kapıya gelse, mesela annesi o tehlikeli cümlelerden birini söylemeye hazırdı. Gelen giden yoktu. Acaba toparlanıp, hep birlikte bir yere mi gittiler ki? Melek bu duruma bir anlam veremedi. Sokaktan insan kalabalıklarının gürültüleri geliyor, marşa benzer bir ritimde sesler duyuluyordu. İnsanlar hep bir ağızdan bir şeyler söylerken, söylemekten çok birbirlerine ne kadar uyumlu olduklarını gösteriyorlar, bir nevi mutabakat şiiri okuyorlardı sanki. Belli zamanlarda bu uyum pekiştirilip, bir rutin haline gelmezse, tıpkı kullanılmayan bir eşya gibi pas tutabilirdi. En fenası da… Söylemesi bile yasak. Başa gelebilecekleri kestirmek bile imkansız. Bu yüzden bu mutabakat şiirleri sürüp gitmeliydi. Gene de tüm bu güruhun kendine has dili, armonisi ve ritmiyle karşısına çıkabilecek hiç bir şeyi umursamadan kendi inandıkları etrafında toplanıp bunun şarkısını söyleyerek taraf olarak tatmin olmak, ne müthiş bir buluştu.

Devamı haftaya belki bir Melek ile karşılaşırsınız ona selam verin...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Deniz ÖZTÜRK Arşivi