Andımız ve Reşit Galip Bey
Son bir kaç yıldır, Andımız okullarda okutulsun okutulmasın şeklinde anlamsız bir şekilde tartışma yaşanıyor. Oysa ne güzeldir hiç bir etnik kökene dayanmaksızın NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE diyebilmek, bunu genç dimağlara işleyebilmek. Türk'e Türk demekten rahatsız olan, ırkçılıktan mı yana acaba?
Bakalım yazarı kimdir, nasıl bir vatanseverdir. Bu vesileyle belki daha iyi kavrarız işin aslını.
“Andımız”ın yazarı Reşit Galip, Rodos doğumluydu.
İtalyanlar Trablus savaşı sırasında oldu bittiye getirip Rodos'u işgal edince, henüz 17 yaşındayken doğduğu toprakları kaybetmenin acısını yaşadı… Kayıkla Marmaris'e geçti, İzmir'e geldi.
Bugün Büyük Efes Oteli'nin karşısında yer alan ve Ticaret Lisesi olarak eğitim veren Fransız Koleji’nden diploma aldı, İstanbul'a gitti, Tıbbiye'ye kaydoldu, Hakikat adıyla gazete, Sivrisinek adıyla mizah dergisi çıkardı, yurtsever, özgürlükçü fikirlerini kaleme aldı. Gönüllü oldu, Balkan Harbi'ne katıldı, yaralandı, gönüllü oldu, Kafkas Cephesi'nde vuruştu, Tıbbiye'yi 1917'de bitirebildi.
Milli mücadele başlayınca, Kuvayı Milliye'ye katıldı, Aydın'da Denizli'de çarpıştı, sahra hastanelerinde hekim olarak görev yaptı.
Mustafa Kemal'le Mersin'de tanıştı.
1923 yılıydı.
Türk Ocağı'nın açık hava toplantısı için eşi Latife'yle birlikte şehre gelen Mustafa Kemal'e, padişah tahtı gibi varaklı filan iki süslü koltuk hazırlamışlardı. Mustafa Kemal'in kan beynine sıçradı, “nedir bu maskaralık” diye bağırdı, halkın oturduğu tahta sandalyelerden iki tane çekti, Latife'yle birlikte halkın arasına oturdu.
Konuşmacılardan biri 25 yaşındaki Reşit Galip'ti.
Kürsüye çıktı.
Parmağıyla Mustafa Kemal'i işaret ederek “sen” dedi…
“Sen Gazi Paşa, sen bu milletin yalnızca kurtarıcısı, yalnızca kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün, çünkü sen bu milletin ferdisin, senin asıl büyüklüğün, bütün o büyüklüklere rağmen ‘milletin ferdiyim' diye övünmendir. Bu millet geçmişinde de hakikaten kahramanlar görmüştür, mağlubiyetleri galibiyetlere çevirdiler, milli hudutları zafer içinde genişlettiler, dahiler çıktı, bozulan devlet işleyişini düzelttiler, fakat onların, o sultanların o vezirlerin hepsi, o kadar mağrur oldular ki, artık kendilerini bu milletin bireyi saymayı, kendileri için alçalma, hakaret saydılar. Milletin kemikleriyle kurulmuş, kanlarıyla sıvanmış saraylarda, malikanelerde yaşamayı tercih ettiler. Bu kanlı kemik yığınları üzerinden milletlerine hakaretle baktılar. Milleti hayvan sürüsü, kendilerini de bu sürüyü güdecek, gökten inmiş vücutlar sandılar. Yani artık bu milletin bir ferdi olmak istemediler. Halbuki sen… Evrensel şanların şereflerinle beraber yine içimizdesin. Yine ‘ben bu milletin ferdiyim' diyorsun. Dertleşmek için yine gelip bizi buluyorsun. İşte bu nedenle büyüksün, işte bu nedenle her büyükten daha büyük oluyorsun. Bu milletin ferdi olmakla iftihar eden sen Gazi Mustafa Kemal Paşa, bin yaşa” dedi.
“Sen” diye hitap etmesi etraftakileri endişelendirmişti.
Halbuki tam tersine…
İçimizden biri olduğunu özellikle belirtmek için “sen” demişti.
Mustafa Kemal'in en onur duyduğu paye, içimizden biri olmasıydı.
Gözünü budaktan sakınmayan bu Kuvvacı genç hekim, iki yıl sonra, 1925 seçimlerinde Aydın milletvekili oldu.
Halkevleri'nin kuruluşunda etkin rol oynadı.
Sonradan Türk Dil Kurumu'na dönüşecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin yönetiminde yeraldı.
Yıllar aktı geçti, 1931 oldu.
Mustafa Kemal İstanbul'daydı.
Hukukçularla, tarihçilerle, sanatçılarla oturulan Dolmabahçe'deki sofranın o akşamki konusu eğitimdi.
Her servis tabağının yanında birer not defteri vardı, konuklar hem sohbet ediyor, hem not alıyordu.
Yemek bahaneydi…
Demokrasi sofrasıydı.
Özgürce konuşuluyordu.
Herkes fikrini açık açık dile getiriyordu.
Üzüntüsü yüzünden okunuyordu, “Ankara'ya kadar gidecek adama 25 lira mı verilir, bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz, cebinde beş parası yok ama karakterinden taviz vermiyor, parası yok ama cesareti var” diye mırıldandı.
Bu tatsız hadise kulaktan kulağa yayıldı.
Ankara'ya dönen Reşit Galip her girdiği ortamda ağır eleştiriye uğruyordu, ölçüyü kaçırdığı için suçlanıyordu.
Tatsızlığa elbette yine Mustafa Kemal son verdi.
Bir hafta kadar sonra Reşit Galip'i yine sofraya davet etti, hemen yanındaki koltuğa oturttu, her zamanki sıcaklığıyla hiçbir şey olmamış gibi sohbet etti.
Ve bir yıl sonra… Fikirlerini savunmak için karakterinden taviz vermeyen, zoru görünce eğilip bükülmeyen, kendisine bile kafa tutmaktan çekinmeyen bu mangal yürekli devrimciyi Milli Eğitim Bakanı yaptı!
Andımız'ı…
İşte bu Reşit Galip yazdı.
Bakanlığı döneminde üniversite reformu yaptı, medrese kalıntısı öğretim üyelerini tasfiye etti, öğretmenlere genel bütçeden düzenli maaş ödenmesini sağladı, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ni hayata geçirdi, maalesef zatürree oldu, bakanlığı bırakmak zorunda kaldı.
Evine çekildi.
Karyolasını kütüphanesine taşıttı.
41 yaşında… Son nefesini verdi..
Topraktan önce, adeta kitaplarına gömülmüştü.
Rahmetli olduğunda cebinde sadece beş lirası vardı.
Hekim, milletvekili, bakandı.
Sadece beş lira.
Üç kızı vardı.
Ev kiraydı.
Eşi, Afet İnan'dan yardım istedi.
Mustafa Kemal'in haberi oldu.
Reşit Galip'in emanetlerine başlarını sokacak bir ev alındı.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” kavramının ruhu, budur.
“Yurdumu milletimi özümden çok sevmek” budur.
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” budur.
Herhangi bir etnik kökeni dışlamaz, Ne Mutlu Türküm Diyene bütünlüğü içinde, anayasal haklarla vatana millete aidiyeti, Cumhuriyet ideallerini barındırır, saygıyı, sevgiyi içselleştirir, kalkınma hedefini simgeler.
Ve nihai olarak sevgili dostlar;
Andımız okutulan milli eğitim sistemi, Reşit Galipler gibi yurtsever, özgür karakterli, özgüvenli, mücadeleci, toplumcu, sorumluluk duygusuna sahip, ilerici, insan odaklı evlatlar yetiştirmeyi amaçlar.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.