Depremin ne zaman olacağı belli değil, ancak ne yapacağı belli!
Birisi durmadan içinde oturduğu eve gizlice şöyle diyordu: “Ey ev, sakın yıkılma, eğer bir gün yıkılacak olursan bana önceden haber ver.”
Bir gece ev, birdenbire yıkıldı. Adam ne dedi, bilir misiniz?
Dedi ki: “Ey ev, bunca zamandır, sana söylediğim sözlere, ettiğim vasiyetlere ne oldu? Sözlerim hiç mi sana tesir etmedi?
Yıkılmadan önce bana haber ver, haber ver de çoluğumla, çocuğumla kaçmak için bir çare bulayım, demedim mi ben sana?
Ey ev, küçük bir haber bile vermedin. Bu vefasızlık değil midir? İkimiz senelerce beraber yaşamadık mı? Bunca yıllık dostluk, bunca yıllık sohbetlere ne oldu?
İnsafsızca başıma çöktün, yıkıldın da beni çoluk çocuğumla perişan bir halde, ağlar inler vaziyette bıraktın.
Ev dile geldi de dedi ki: “Gece gündüz kaç kere, ama kaç kere sana haber verdim.
O tarafta, bu tarafta çeşitli çöküntüler, yıkıntılar oldu. Gücüm kuvvetim kalmadı. Aklını başına al, vakit geldi çökeceğim! Diye ağız açtım, durumumu sana açıkça haber verdim.
Sen ise çatlayan, ağız gibi açılan yerime öfke ile balçık sıvamaktaydın. Duvarlarım baştan başa deliklerle doldu. Sen her defasında o delikleri balçık ile sıvayıp tıkadın.
Nerede ağız açtımsa, sen hemen ağzımı kapadın, bırakmadın ki söyleyeyim! Şimdi ben sana ne söyleyeyim?
Bu hikâye sadece evi yıkılan insanı ilgilendirmiyor. Bu ve benzeri konularda sorumluluk sahibi herkesi ilgilendiren bir konu.
İster “Sünnetullah” olarak adlandıralım, istersek batı modernizmi diliyle “doğa kanunları” diyelim, Sünnetullah veya doğanın belirli yasalarına uyulmadığı takdirde insanoğluna ödettiği bedelin hesabını bile yapmak mümkün olmuyor.
Sadece ihmalde bulunanlar değil, bütün bir toplum bedel ödemek zorunda kalıyor.
Alan taraması yapıldığında şu gerçeklerle karşılaşıyoruz:
Ülkemiz bağlamında değerlendirildiğinde Türkiye, Akdeniz deprem kuşağı üzerinde
bulunmakta ve genel hatlarıyla da bir deprem bölgesi sayılmaktadır.
Türkiye deprem bölgeleri haritasına göre, nüfusun yaklaşık %95’i deprem tehlikesi altında yaşamaktadır. Türkiye coğrafyası içerisinde; Marmara, Batı Anadolu, Doğu Anadolu ve Kuzey Anadolu yıkıcı deprem riski taşıyan bölgeler olarak gösterilmektedir
Dünya bağlamında değerlendirildiğinde ise Ülkemiz dünyanın en aktif tektonik kuşaklarından birisi olan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Ülkemizin yerküre içinde bulunduğu konum nedeniyle kuzeyimizde çok büyük Avrasya levhası ile güneyinde her yıl yaklaşık 2 cm kuzeye hareket eden Afrika ve Arap levhaları arasında sıkışmış olup, bu sıkışma nedeniyle Anadolu levhası her yıl yaklaşık 2,5 cm hızla batıya doğru hareket etmektedir. Levha sınırlarında gerilmelerin (stress) birikmesi ve bu stres belirli bir seviyeye geldiğinde yerkabuğunda oluşan kırılmalarla deprem meydana gelmekte ve bu depremlerden açığa çıkan elastik dalgalar yerküre içinde yayılıp yeryüzüne ulaşarak gelişmişlik, eğitim ve tedbir düzeyine göre ülkelerde farklı sonuçlar doğurabilmektedir.
Ülkemiz Alp-Himalaya kuşağının en tehlikeli kesiminde yer almaktadır. Sürekli deprem oluşturan fay zonları, bulunmaktadır.
Aktif fay kuşaklarında yer alan bir ülke iseniz deprem tehlikesinin çok yüksek olduğunu bilmek ve buna göre hareket etmek zorundasınız.
4. Seviye olarak belirlenen, en son meydana gelen merkez üssü Kahramanmaraş olan 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki deprem, 10 ilde ağır yıkıma yol açtı. Dördüncü seviye alarm kapsamı, acil durumlar ve çok ciddi tehlikelere karşı kullanılan en yüksek seviye alarmıdır. Deprem bölgesindeki 10 ili kapsayan 3 ay sürecek OHAL ilan edildiği duyuruldu.
Meydana gelen ve büyük yıkımlara sebep olan bu depremler ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmıştır.
Yaşanan bu son üzücü depremde, deprem bölgesine destek sağlamak için tüm imkanlar hem devletimizin ilgili kurum ve kuruluşlarıyla, hem de vatandaşlarımız tarafından seferber ediliyor.
Ünlü Yazar Alain de Botton, “bize okulda her şeyi öğrettiklerini ama duygularımızla baş etmeyi öğretmediklerini söyler.” Ne kadar doğru ve yerinde bir tespit... Türk milleti olarak duygusal yönümüz oldukça fazladır. Bu gibi zorlu süreçlerde millet olarak sosyal medyada dahil sözlerimize, düşüncelerimize, duygularımıza ve davranışlarımıza oldukça dikkat etmemiz gerekmektedir.
Bu tür olaylarda panik yapmamak, AFAD gibi güvenilir kaynaklardan gelen doğru bilgiyle hareket etmek ve yapılan resmi uyarıları dikkate almak oldukça önem arz etmektedir.
Yaşanan depremlerde yıkılmak sadece binalara mahsus bir şey değil ve ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor.
Ülke olarak ‘’Önce tedbir, sonra güven’’ bilincini aşılamak zorundayız. Deprem öncesi, anı ve sonrası alınacak önlemleri bilmek, bu konuda herkesin bilgi düzeyini ve duyarlılığını arttırmak güvende kalmanın, yaşanan olayların sonuçlarından olabildiğince az zararla kurtulmanın yegâne koşullarından birisidir.
“Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır”(İnşirah: 94/5, 6)
Millet olarak Rabbimize, devletimize ve insanımıza güvenimiz tam. Deprem bölgesinde zamanla yarış halinde olduğumuz gerçeğini canlı şekilde millet olarak görüyoruz. İnsanımız Umudunu kaybetmediği sürece Merhum Sezai Karakoç’un ifadesiyle ‘’her gecenin ardından bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır.’’ Buna gönülden inanıyoruz.
Rabbimiz tüm afetlerden ve sonuçlarından ülkemizi ve milletimizi muhafaza etsin. İnsanımıza kendi rahmetinden ümidini kestirmesin. Hayatını kaybedenlere Allah rahmetiyle muamele etsin. Yaralıları ve enkaz altında kalanları en kısa sürede kurtuluşa erdirsin. Başta depremin yaşandığı merkezlerde ve diğer illerde şifa, haber bekleyenlerin yükünü hafifletsin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.