İÇİMİZDEKİ MELEK (3)
Melek'in anne tarafından neredeyse hepsi sokakça bilirdi. En ayrıntısına kadar güzel bir aksanla akıcı bir sokakça konuşurlar dilin kendine has edasını takınıp sokakça konuşurken akıp giderdi zaman. Melek yine durgunlaştı ellerim küçük, boyum da diyerek iç geçirdi teyzeme niye çekmedim ki dedi kendi kendine… Arabanın koltuğuna otursam önümü göremem. Birinin benim için arabanın kapısını her defasında açıp koltuğa oturtması gerekecek. Teyzeme çekseydim, her şeyim ona benzerdi ve tüm bunlarla başa çıkmam da gerekmezdi zaten deyip gülümseyerek kendi yanlışını düzeltti. Gamzesi yanaklarından dudaklarının kenarına kadar yayıldı. Melek sonra kendi kendine : “Ne faturaca öğrenebildim ne de sokakça… Hiç hayırlı bir evlat olamadım aileme diyerek söylendi. Hiç bir zaman anneme ve babama layık bir evlat olamadım, onları gururlandıramadım. Bu yüzden hep benden utanmak zorunda kaldılar. Hiç bir şeye yetişemiyorum. Ne yol biliyorum ne de yordam. Şu azametli gruplara katılıp mutabakat şiirleri bile okuyamıyorum” diye kendini suçlayıp sitem ederken bir anda durup sakinleşti sanki içi çekilip yüreği soğudu sonra dağınık odasına kalın kaşlarının altından soğuk kanlılıkla baktı. Sokaktan gelen anlamsız sesleri unuttu düşündüklerini unuttu. Geriye sadece rüzgarın sarstığı pencere tıkırtısı ve kulağındaki durmak bilmeyen anlamsız uğultu kaldı.
Bütün bunlar benim suçum değil ki dedi. Suçlamaları beni suçlu yapmaz, dahası verdikleri cezalar da ödül gibi diye düşündü. Hele bir de beni burada böylece terk edip gittilerse önceden “deli” diye ceza için kapatıldığım kulübe burası demektir dedi.
Kendince tekrarladı “Sanıyorum burada kalmam gerekecek. Erzak ve stoklara baksam iyi olacak. Onun dışında her şey yolunda sayılır” deyip etrafı gözden geçirmeye koyuldu. Boyunun erdiği yetişebildiği eşyaları karıştırırken önüne kocaman bir gazete sayfası düştü. O gazete sayfası tabii ki Melek' e göre “kocamandı ” ama başkalarına göre oldukça normal ve sıradandı. Gazeteyi incelemeye başladı. Gazete baştan sona insancaydı. İnsanca çok zor bir dildi. Sokakça dan bile ağırdı ve nasıl okuyabilirim ki bunu deyip buruşturup fırlatacakken gözüne bazı karikatürler ilişti. Melek karikatürleri incelemeye koyuldu. Sonunda anlayabileceği bir şeyler bulduğu için çok mutlu ve keyifli bir halde çizimlere göz gezdirmeye başladı. “İnsanca”nın etkisiyle çizilmiş karikatürlerdi bunlar. Bazılarında küçük hicivler olsa da topluca söylenen mutabakat sözlerini, sorgulamanın yasak olduğu büyük uyumu destekliyorlardı. Karikatürlerin kimileri tek çizgiyle telden yapılmış gibi, kimileri de kargacık burgacık karalanmış ve boyanmıştı. Çizimlerdeki insanlar değişik tiplerden de oluşsalar genelde birbirlerine benzeyen normal insanlardı. Aralarında hiç mi hiç Melek'e benzeyen tuhaf ve uyumsuz bir görsel yoktu. Komik anlatımlar, yermeler kimi gerçekleri şakalaştırıp bir sürü tuhaflığı normal hale getiriyordu. Başka bir gezegenden akıllı canlılar gelse ve bu çizimleri görse herkesin hemen hiç sorgulamadan olağan olarak algıladığı tüm bu anlatımlara hiç bir anlam veremeyip kelimenin tam ve gerçek anlamıyla olaya yabancı kalabilirlerdi. Melek teker teker çizimleri incelerken odada daha bir sürü gazete olduğunu düşününce içlerinde daha bir sürü anlayabileceği karikatür de olabileceğini düşünüp sevindi. Sonra Melek odada ileri geri yürüyüp karikatürlere bakarken saatler geçti. Etrafta ses seda duyulmuyordu. Anlaşılan gene yalnız bırakılıp tecrit edilmişti. Yıllar evvel kapatıldığı dağ kulübesi gibi şimdi de bu odaya kapatılmıştı. “Ne iyi, ceza almak için boşu boşuna çabalamam gerekmeyecek” diye düşündü.
Ve artık kendi içinde bir hikayesi vardı. Melek kendini keşfediyordu yalnızlık içinde sanata adım atıyordu. Melek'le sanat serüvenine haftaya bakalım neler olacak bir Melek düşü düşleyin...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.