Çevreciliğin İspat-I Vücudu
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın İstanbul’da Çamlıca Kulesi açılışında yaptığı konuşmada ifade ettiği “Çevrecilik lafla olmuyor, çevrecilik ispat-ı vücutla sağlanır.” cümlesinden hareketle; 5 Haziran Dünya Çevre Günü münasebetiyle ben çevreciyim diyenlerin ya da çevreci geçinenlerin de kendi muhasebesini yapmasını öneriyorum. Hakikaten bu işin hakkını gerçekten veriyor muyum, bugüne kadar ne yaptım, bundan sonra ne yapmalıyım? Diye.
Şahsen ben kendi kendimin bir muhasebesini yaptım ve açıklıyorum: Ben çevreci değilim.
İspat-ı vücut Osmanlıca bir kelime ve manası “Kendi varlığını kanıtlama” demek. Yani bir insan çevreciyim diyorsa kendi varlığını yaptığı işlerle kanıtlaması gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanımız, kendisinin ve on dokuz yıllık iktidarın çevre adına attıkları pek çok adımda kendi ispat-ı vücudunu gösterdiklerini, pek çok ağaç diktiklerini zaman zaman ifade etmektedir. Allah razı olsun. Çevre adına bir adım atanın elini öperim.
Hepimizin ortak geleceği olan çevremizin korunması, geliştirilmesi ve her türlü kirlenmeye karşı tedbir alınması bütün vatandaşlarımızın hem anayasal görevi hem de insanlık görevidir. Yıllarca bu vatandaşlık görevimi yerine getirmeye çalıştım. Çevre değerleri bize atalarımızın mirası değil torunlarımızın emanetidir. Önemli olan çevreci olmak değil, insan olmaktır. Yaratanın rızasına layık ameller işleyebilmektir. Bana göre çevreye hizmet ibadettir.
Çevre Bakanlığı kurulduğu doksanlı yılların başından tarihlerden 2015 yılı ortasına kadar Çevre, Çevre ve Orman Bakanlığı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Konya İl Müdürlüklerine Mühendis, Şube Müdürü İl Müdür Yardımcısı, İl Müdür Vekili olarak resmi görevimin yanı sıra 1996’de TEMA Vakfı ile başlayan temsilcilik (2011 de sona erdi) ve gönüllü üyeliğimin daha sonrasında halen Sürdürülebilir Çevre Derneği üyesi olarak yürüttüğüm gönüllü çevre hizmetleri sırasında gördüm ki, herkes çevreci, herkes ispat-ı vücut peşinde.
Evet herkes sağlıklı ve temiz çevrede yaşamak istiyor. Evet doğan her bebeğin temiz hava soluması, temiz su içmesi ana sütü kadar hakkı. Yüce Allah bizleri öyle güzel bir ülkede dünyaya gelmeyi nasip etmiş ki ne kadar şükretsek azdır. Türkiye sahip olduğu doğal güzellikleriyle sanki yalancı cennet. Tabii kıymetini bilene. Ama maalesef son elli yıldır, plansız kentleşme, sanayi ve teknolojideki baş döndürücü gelişmelerle yaşanan çevre sorunlarının sebebi sanki bizler değiliz. Hatta çevreyi kirletenler uzaydan geldi.
Konuyla ilgili mevzuatlarımız yasal düzenlemelerimiz pek çok Avrupa ülkesinden daha ileride. Bu kapsamda her kurum kendini yetkili görüyor, ancak elini taşın altına koyma işine gelince topu birbirine atıyorlar. Kimse çözümün parçası olmak istemiyor.
Çevrenin ana bileşenleri olan hava, su, toprak, ormanlar, tarım alanları konularında koruma plan ve projeleri, Ulusal Eylem Planları, Avrupa Birliğinden alınan destekler vb. oldukça fazla. Pek çok akademisyeni bir üst kadroya yükseltecek kadar makaleler bildiriler mevcut. Toplantılar, şuralar, konferanslar, paneller, eğitim seminerleri, çalıştaylar say say bitmez. Sonuç ortada.
Büyükşehirlerde kış aylarında hava kirliliği sorun olmaya devam ediyor. Sulak alanlar kuruyor. Bir yanda kuraklık sinsi bir afet gibi çiftçilerimizin tepesinde; öte yanda sel, fırtına afet boyutunda alıp götürüyor. Erozyon ve çölleşme alarm veriyor. Yani çevresel afetler gittikçe artıyor.
Konunun uzmanları alarm verircesine uyarıyor, geleceğin anahtarı iklim değişikliğine uyumda saklı, ülkeler stratejik planlarını küresel ısınma senaryolarına göre yapsınlar yoksa felaketler kapıda diye. Bütün yaşananları iklim değişikliğine bağlamak, iklim değişikliğini günah keçisi ilan etmek en kolayı. Halbuki iklim değişikliğine sebep olanlar ise yine insanlar. Peki ciddiye alınıyor mu?
Altmış üç yıllık ömrünün yarısını hem resmi hem de gönüllü olarak bu konuya adayan ve çalışan biri olarak kendi muhasebemi yaptığımda, çevrecilik adına ispat-ı vücut yapamadığımı anladım. Bir kendi yaptıklarıma baktım, bir de ülkemi yönetenlerin son yirmi, otuz yılda çevrecilik adına yaptıklarına baktım. Sonuçta; Namık Ceyhan olarak ne kadar boş işlerle uğraştığımı ve başarılı olamadığımı anladım. Ama yapacak bir şey yok, zararın neresinden dönersek iyidir misali bırakıyorum bu işleri. Hatta artık köşe yazısı da yazmamın bir manası yok, diye düşünüyorum.
Bundan sonrası “Bir Dönüm Bostan, Oh Yan Gel Yat Osman” misali üzerime vazife olmayan işlere karışmayacağım. Öyle ya bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. Adam sende, ülkemin çevre diye bir derdi yok ki. Dünya Çevre Gününüz kutlu olsun. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.