O Yana, Bu Yana
Düz yürümek, dik durmak ekseriyetle bireyin kendi tercihidir ve çok da tercih edilememektedir. Konuya olumlu olduğu kadar olumsuz veyahut eleştirel yaklaşmak mümkün görünmektedir. Yürüyenler ve görenler açısından değerlendirme çabası yerelden evrensele uzandığı takdirde isabetli yorumlarda bulunulabilmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Gerek kendi, gerek çevre, gerek toplum, gerek milli kültür, gerekse de küresel şartlardan mühim kısmı istikrarlı bir şekilde ilerleyebilmeyi en azında kendi başına karar verip, uygulayabilmeyi engeller nitelikler arz etmekte olduğu herkesin malumudur. Böylesine kesişen ve de keskinleşen menzillerde düşmemek, hırpalanmamak, ezilip büzülmemek, hatta pes etmemek imkanı kalem sahiplerinin gündeminde olmalıdır ki hedef kitlelerden arayışa yönelenler yepyeni enerji kaynaklarına erişebilsinler. Bireyin, toplumun ve beşeriyetin gücü her zaman düşünce insanlarının ufuklarından beslenerek bugüne erişmişlerdir. Düşünce zafiyeti ise zıttı gelişmeleri beraberinde getirmiştir.
Yerli ya da yabancı düşünce insanlarının hayatlarının rahatlıktan uzak geçmesinin doğal yansıması toplumsal karşılıklarının yüksekliği olmuştur. Bu hususta isimlendirme çabası son derece gereksizdir.
Sanatta bir boşluğu görerek ilerlemek sanat ve düşünce harici düşünülebilir. Sinemanın da sanat cephesi aynı güzergahta açıklanabilir. Onun üzerinden ekonomik kazanç elde etmek elbette medya işletmeciliği açısından ayrı bir anlam ifade etmekte, sürekliliğe zemin hazırlamaktadır. Bunu bir kenara bırakıyoruz.
Başladığı disiplin gerektiren lise tahsiline yarım bıraktıktan sonra söz konusu sanatın işletmeciliğine yönelip, çok geçmeden kamera önünde, yanında ve arkasında kendine yer açıp birçok filmin senaristliği, asistanlığı, yönetmenliği ve yapımcılığını üstlenen bir saha insanının hayatı yarım yüzyıl sonra oldukça kolay bir görüş açısı sağlamaktadır.
Beyaz İhtilal ile gelen iktidar değişikliği yapımdan arşive sinemaya yeni çehre kazandırmıştı. Bu dönemde önce senarist üç yıl sonrasında yönetmen koltuğunda kendini göstermişti. Ardından sayısı abartısız miktarda yeni filmler birbirini izledi. Bu süreçte demokrasiye ilk müdahale geldi yeni anayasayla birlikte toplumsal akış istikameti yeniden şekillendi.
Böylesine bir süreç yeni filmlere de yol verdi çok geçmeden sahadan da elde ettiği tecrübeler ile soy ismini taşıyan film şirketini de kurma imkanı verdi. Oyuncular birer birer silinip gittiği sınırlı sayıda ismin toplumsal hafızaya kazındığı sektörde kendi adına oldukça önemli bir adım atmış oldu. Artık yapımcılığı da üstlenmeye başlamış oluyordu.
Hazreti İbrahim (1964; 1972), Hz. Eyyüb’ün Sabrı (1965), Ali’ye Gönül Verdik (1972), Ali ve Gül (1973), Hazreti Ömer (1973) söz konusu eserlerin sanatsal cephesini bir kenara bırakarak 1972 yılına iki şahsiyetin arasına film afişinin de ismiyle araya bir “ustura” eklenmiş bütün değerlendirmeleri tek bir noktaya toplamış “bir o yana, bir bu yana” ifadesini kolay bir şekle dönüştürüvermiştir. İki peygamber ile iki halifeye dair toplamda beş film ne yazık ki hemen sonrasında çirkin bir furyanın kapısını aralayacak diğer filme açılan kapı konumuna düşmüştür. Yönetmen ve yapımcısı sonrasında da değer filmleri çekmeye çalışsa da artık onlar hatırlananlar arasında yer alamayacaktır. Bir o yana, bir bu yana koşturuş netice vermeyecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.