Çayınız kahveniz hazırsa başlayalım o zaman
Merhaba,
BBN Haber Gazetesi’nde bu ilk yazım. Sinemasever biri olarak ben kumandayı elime aldığımda veya sinema salonlarının girişinde hangi filme gideceğimi düşünürken “Neden Türk film ve dizilerini izlemek istemiyorum?” diye sordum kendi kendime. Kendi içimde bulduğum cevapları da buradan yazarak sizlerle paylaşmak istedim. O zaman çayınız kahveniz hazırsa başlayalım.
Türkiye sinema üzerinde kendini gerçekten geliştirmiş bir memleket. Her ne kadar Türkiye’de değer görmemiş olsa dahi, ki bunun nedenini hiçbir zaman anlamayacağım, dünya çapında sükse yapmış bir çok film ve dizilerimiz var. Reha Erdem gibi, Zeki Demirkubuz gibi, Nuri Bilge Ceylan gibi birçok yönetmenimiz bizleri dünya sinemasında çok güzel temsil ediyor bu aşikar. Belki sanat filmlerinin bir aksiyonunun olmaması ile birlikte aşırı şekilde metaforların ve sembollerin uygulanmasından kaynaklı insanlarımızın “Ne alaka şimdi bu elma?” demelerine yol açıyor olabilir. Bu konuda bir şey de diyemem ama dizilerimiz neden bu kadar amatörce bunu anlamış değilim. Şimdi burada Türk dizilerinin neredeyse 3 saate yakın olmasından kaynaklı yönetmenin ve senaristin 15 dakika sadece bakışma sahnesi vermelerini eleştirmeyeceğim keza yapacakları hiçbir şey yok. Ama neden her dizi yahut filmimiz aynı tekdüzelikte? Pazartesi gününden Cumartesi gününe kadar yayınlanan dizilerin belli başlı sahnelerini seçerek arka arkaya birleştirdiğimde Pazar gününe anlam hatası olmayan ve akan bir başka dizi yapabilirim. Bir de dizinin isminde “… Aşk” kelimesini geçirirsem 6.5 reytingle gönüllerde taht kuracağımdan da eminim. Gerçi kurguda hata yapsam da bir sorun teşkil edeceğini sanmıyorum keza dünyaya servis ettiğimiz ve İstanbul’u muhafaza etmeyi konu alan inanılmaz güzel bir öyküyü böylesine bir kurgu ve senaryoyla bile berbat edilmesine rağmen izlediysek, benim isminde “… Aşk” geçen dizim de izlenirdi herhalde. Bir de bu işin töre-namus-cinayet üçlemesinden oluşan veya 3 saatlik dizinin 4 saatinde ağlanılan ve ağlatılan sahnelerinden oluşan dizileri de cabası… Bir ara Akıncı’ya bile sevinmiştim ben en azından farklı bir dizi yapmaya çalışmışlar diye. Bana “Az önce Hakan Muhafız’ı eleştiriyordun şimdi Akıncı’yı övüyorsun Akıncı daha mı iyi?” diye sorabilirsiniz. Hakan Muhafız’ın yayınlandığı platformdan zaten töre-namus-cinayet üçlemesinden oluşan veya 3 saatlik dizinin 4 saatinde ağlanılan ve ağlatılan sahnelerinden oluşan dizileri çekmek için bütçe alamazsınız. Gider çayınızı içer geri dönersiniz ve çayın parasını da sizden isterler. Yani oradan bütçe almak için elinizde çok iyi bir öykü olmalı ki Hakan Muhafız’ın öyküsüne kimse bir şey diyemez. Ama dizide “hızlı çıksın” diye düşündüklerinden midir bilinmez bir kurgu-montaj katliamı var. Akıncı’da da bu yok mu? Tabi ki var ama en azından Türk televizyonunda bir şeyler denediler.
Peki Türk dizilerinde hiç mi ışık yok? Tabi ki çok güzel diziler de çıkıyor ama birçoğu “46 Yok Olan” gibi “yok oluyor”. Bunun sorumlusu kim peki? “46 Yok Olan” ı izlemeyen biz izleyiciler mi, yoksa neşesine göre “Bu zaten izlenmez!” diyen ön yargılı yapımcılar mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.