Mekanların ruhu, eşyaların dili vardır bizim kültürümüzde
Osmanlı Devletinde 48 yıl boyunca baş mimarlık yapan Mimar Sinan kalfalık eseri olan Süleymaniye Camii İstanbul’da; “ustalık eserim” dediği Selimiye Camii ise Edirne’de yer alıyor.
Aşağıda anlatılan hikaye her iki cami içinde dile getirilse de önemli olan çıkarılacak derstir.
Süleymaniye Camii’nin inşası tamamlanmış, ibadete açılacağı gün ilan edilmiştir.
O gün gelince İstanbul’un her yanından insanlar bu eşsiz eserin açılışında bulunmak için şehrin bu noktasına akın etmişler.
Herkes hayranlıkla bu açılışı yapılacak şaheseri seyrediyordu.
Fakat bunlar arasında bulunan bir çocuk, “Aaa şu minareye bakın, nasıl da eğri!” diye bağırıyordu.
Herkes de bakıyordu ama bir eğrilik de görmüyordu.
Çocuğun minarelerden biri için “eğri” dediği Mimar Sinan’a kadar ulaşmıştır.
Koca Sinan hemen çocuğun yanına geldi ve ona, “Evladım hangi minare eğri, göster bana!” dedi.
Çocuk da, “İşte şu!” diye minarelerden birini gösterdi.
Mimar Sinan hemen adamlarını topladı. Uzun halatları birbirine ekletip minareye bağlattı.
“Çekin yukarı doğru!” diye çektirmeye başladı.
Çocuğa da, “Oğlum, bak bu minareyi doğrultturuyorum, sen dikkat et, dosdoğru olunca bana seslen!” dedi.
Adamlar gerçekten düzeltiyormuş gibi çekiyorlardı. Çocuk bir süre sonra, “Tamam, minare doğruldu!” diye bağırdı.
İşçiler çekme işini bırakıp halatları çözdüler.
Başından beri olaya tanık olan Sinan’ın ustalarından biri herkesin kafasını kurcalayan soruyu Mimar Sinan’a yöneltti:
-Ulu mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eğrilik falan yok. O halde niçin düzeltmeye kalkıştın?
Mimar Sinan’ın cevabı inceliğin, anlayışın, belki de tarihe meydan okuyacak, yıkılmayan dev eserlerin sırrı/ simgesi idi:
-Ben bilmez miyim minarede eğrilik olmadığını. Ama çocuğun kafasındaki “minare eğri” intibaını da öyle bırakamazdım.
Bu metoda başvurdum ki çocuğun kafasındaki “eğri” kanaati silinsin.
Yoksa her yerde çocuk aklıyla minarenin eğri olduğunu söyler, sonra gerçekten eğri olduğu şeklinde bir inanç yayılırdı…
Günümüzde ise inşa konusunda anlayışın ne olduğunun canlı şahitleriyiz.
“McGill Üniversitesi'nden bir coğrafya profesörü ve Yeni Kentler Atlası'nın yazarı Sarah Moser, “Neoliberalizm ve kuralsızlaştırma küresel çapta serbest para dolaşımını kolaylaştıran vahşi bir batı atmosferiyle de insanları baş başa bıraktı” diyor. “Geniş arazileri bulmak ve daha sonra bu arazileri kentsel ve ticari dahil olmak üzere herhangi bir amaç için kullanmak, şimdi önceki yıllardan daha kolay.’’
İş bu anlayış çizgisinden ilerleyince yapılan binalar kolay para kazanmanın yolu haline geldi.
Uzun yıllar biriktirdiği paralarla insanımızın aldığı huzur bulacağı, mutlu olacağı evi mezarı haline gelebiliyor.
Psikolojik ve sosyal açıdan İnsanın evine olan güveni sarsılınca aklını yalnızlığa itmekle kalmıyor; kendine, geleceğe olan kuvvetini de doğal olarak olumsuz etkiliyor. Bu ruh halleriyle birlikte yoğun bir kaygı durumu ile eşdeğer olan kaybetme korkusu içine sürüklenen bir insanı da tekrar normale döndürmek kolay olmayacaktır.
Yaşanan depremlerde/felaketlerde yıkılmanın sadece binalara mahsus bir şey olmadığının ve ateşin sadece düştüğü yeri yakmadığının canlı şahitleriyiz.
Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptı… (Nahl Suresi-80)
Mekanların ruhu, eşyaların dili vardır bizim kültürümüzde. Yazının başında hikayede anlatılan Koca Sinan’ın ruhunda, çizgisinde öyle evler, binalar inşa etmeliyiz ki kafalarda bile eğrilik olmayacak bir anlayışta tarihe meydan okusunlar. İçinde yaşayan her bir aileye ait kültürü, geleneği nesilden nesile taşıyabilsin.
Sıfırdan başlamayan hayatlar sunabilsin bu binalar, içinde yetiştireceğimiz neslimiz kadim kültürümüze ve değerlerimize ait birikimleri görebilsinler ve bu zenginlikler üzerinden yola çıkarak onlarda yeryüzünü imar ve inşa etmek sorumluluğu ve bilinciyle hayata hayatlarına değer katabilsinler.
Resûl-i Ekrem(s.a.v) geniş evi dünyada insanı mutlu eden (Müsned, III, 407-408; Hâkim, II, 144, 162), kötü evi de mutsuz eden (Müsned, I, 168) üç şeyden biri olarak sayar.
Yapılan hatalara kayıtsız kalmak mümkün değil, özellikle inşa konusunda da hataya tahammül kalmadı. Asrın felaketi olarak dile getirilen son deprem olayının sonuçlarında da kimse yapılan hataları hoş görmez ve görmeyecektir.
Bundan sonrası için yapılacak binalarda bilim ve teknolojinin de imkanları sonuna kadar zorlanmalı “emniyet, ekonomi ve ergonomi” çizgisinde evler inşa edilmeli.
İnşa edilecek evler; insanlık için huzur bulacakları, umutla ve güvenle geleceğe bakacakları, zikrin ve fikrin hayat bulduğu, sahip olduğu ruhunu genç nesle aktaracakları mekanlar olsun ki günü geldiğinde yıkılan dört duvar olmaktan ibaret kalmasın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.