Son Kalemiz
Her aile bir tarihtir. Hatta okumasını bilene göre bir destandır…
Dünyanın en sağlıklı aile ocağı Osmanlı’da doğmuştur ve bu olgu hiçbir milletin tarihinde görülmemiş şekilde umumi hayatı inşa etmiştir.
Yukarıdaki ifadeler Osmanlı döneminde yaşamış İsveçli aile hukuku profesörü Gaston Jess’e aittir.
Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç ise bir sözünde şu ifadeleri dile getirmiş:
‘’Batı aslında bütün önemli köklerimizi işgal etti. Şu anda elimizde kalan en güzel sermaye aile kalesidir’’
Gaston Jess’in dönemindeki aile yapımızla, şu an ki aile yapımızın boy ölçüşemediğinin aşikâr olduğu gibi, Rahmetli Aliya’nın bahsettiği son kalemizde Covid süreci ve hızlı dijitalleşmeyle birlikte işgal altında desek hata yapmış olmayız.
Bahse konu olan bu kalede, İnanç, bilgi ve bilinç yokluğunun/yoksunluğun meydana getireceği durumlardan biriside isyan tuzağına düşme olacaktır.
"Emanet sahibi insan, yaklaşıyor yaklaşmakta olan, hangisi İstihkak, hangisi emanet mülkü? Aklını ve kalbini kullan.’’
Geçmişten günümüze gelinen noktaya baktığımızda; aileyi etkileyen bazı faktörler arasında; fiziksel, psikolojik, ekonomik, sosyal ve toplumsal faktörler olduğunu söyleyebiliriz.
İnanç, bilgi ve ahlakla bezenmiş, güvenli, mutlu ve huzurlu bir hayatı tesis etmekse amacımız, İnsanoğlu için söz konusu duruma aile olmakla ve sahip olduğumuz kaleyi korumasıyla mümkün olacaktır…
Bir eğitim yuvası misyonuyla bakacak olursak ki öyledir, bireyi toplumsal hayata hazırlayan, onun dinî ve kültürel kodlarıyla kolaylıkla irtibat kurmasına imkân tanıyan; dilin, düşüncenin, kültürün, ilmin, etik ve estetiğin elde edildiği aile, fertlerinin yaşantısını ideal boyutta şekillendirmesi açısından hayati önemi haizdir.
Diğer taraftan, kişiyi her türlü menfi kimse, yapı, unsur, düşünce, akım ve anlayıştan uzaklaştırıp ona huzurlu ve mutlu bir yaşamın anahtarını sunan aile, hayatın tüm şubelerini kuşatan ve insana nebevi çizgide emin adımlarla yürürken yol işareti olan güvenilir bir dayanaktır.
Nitekim “Modernleşmeyle bencilleşen, dünyevileşen bireyler aileyi ayak bağı olarak görebilir. Aileyi değersizleştirebilir. Unutulmamalıdır ki toplumu ayakta tutan en temel değer ailedir.”
Sizin en hayırlınız, ailenize karşı en hayırlı olanınızdır" (Tirmizî, Menâkıb, 63/3895)
Değişen dünyada ve yaşanan olumsuzluklar karşısında en güçlü kale olma vasfını sürdüren ailemizde öğreneceklerimizden biride Zorluklarla Mücadeledir.
‘’Eğer zihnimiz güçlü olursa, bedeniniz de güçlü olur. Stresle daha iyi mücadele edebilir, olumsuzluklara daha çok dayanabilir, sıkıntılarla baş edebilir, fedakârlık yapabilir ve her türlü süreci iyi yönetebiliriz.’’
Zihin ve gönüllerimizin mimarı Kur’an’ın, yeryüzünün kötülük sembollerinden biri olan Firavun’un zorbalığı sebebiyle ;
Hz. Musa (A.S.) ve kardeşi için kullandığı;
“…Kavminiz İçin Mısır’da (Sığınak Olarak) Evler Hazırlayın ve Evlerinizi Namaz Kılınacak Yerler Yapın…” (Yûnus, 10/87) İfadesiyle
Aileye; var olma misyonu atfedilmiş, yaşam zorluklarına karşı duruşu olan bir tavrın gösterilmesi anlamında belirleyici bir rol yüklenmiş ve bu kıymetli yapı, daimi bir sığınak, umut ve ufuk merkezi görülmüştür. İnşallah görülmeye de devam edecektir…
Aile kale olma vasfını yitirir, yukarıda fonksiyonlarını yerine getiremezse, önlem alınmadığı takdirde mutsuz, bağımlı ve başarısızlık girdabında boğuşan çocuklarımız için hayat bu kale içinde hiçte iç açıcı olmayacaktır.
Böyle bir girdapta boğuşan, dijitalin kölesi bir nesil istemiyorsak çözüm yine bahse konu olan kalemizde, ancak mutlu olmayı başarabilen bir aileyle mümkün olacaktır.
Bunun içinde sağlıklı bir iklim şart. Bu iklimde; birlikte zaman geçirecek, bencillikten sıyrılıp, empati yeteneği güçlü, ben dilini kullanabilme, üst düzey bir iletişim, dinleme becerisi, manevi inanç vb. hayat bulmak zorundadır.
Manevi bir atmosfer içinde bulunduğumuz mübarek Ramazan Ayı, ailelerin ortak duygular ile birlikte nitelikli vakit geçirme fırsatını yakalayacakları ve söylenenlerin hayat bulacağı bir iklimdir aynı zamanda.
Mesneviden bir hikâye:
İyi kalpli sağır adam, bir gün komşusunun hasta olduğunu öğrenir.
Kendi kendine:
-Komşum hastalanmış. Onun ziyaretini yapmam, hal ve hatırını sormam lâzım. Ama ben sağır bir adamım, o da hasta, sesi çıkmaz. Zaten hastaya malûm şeyler sorulur, malûm cevaplar alınır.
Ben nasılsınız diyeceğim, o iyiyim, teşekkür ederim, diyecek…
Ne yiyorsun desem, elbet bir yemek ismi söyleyecek, ben de afiyet olsun derim.
Doktorlardan kim geliyor, diye sorarsam, bir doktor adı verecek.
Ben de iyi doktordur derim, olur biter, diye düşünür. Hastayı ziyarete gider başucuna oturur:
- Nasılsınız?
Diye hal, hatır sorar. Hasta inleyerek:
- Ölüyorum!
Diye cevap verince sağır adam:
- Oh oh, çok memnun oldum, diye karşılık verir.
Hasta:
- Bu ne demek, adam ölümüme memnun oluyorum diyor, diye kızar.
Sağır tekrar sorar:
- Ne yiyip, ne içiyorsun? Hasta kızgınlıkla:
- Zehir!
der. Sağır onun bir yemek ismi söylediğini sanarak:
- Afiyet olsun!
Diye karşılık verir. Hasta büsbütün çileden çıkmıştır. Sağır adam sormaya devam eder:
- Tedavi için doktorlardan kim geliyor?
Hasta:
- Hadi be defol!.. Azrail geliyor... Diye cevap verir. Sağır:
- Çok bilgin, tecrübeli bir doktor. İnşaallah yakında bir çaresini bulur...
Deyince hasta dayanamaz:
- Kahrol!..Diye bağırır.
Sağır ise komşuluk hakkını yerine getirdiği için çok memnun ayrılır.
MESNEVİ: -Sağırın yaptığı kıyas yüzünden on yıllık dostu ve hal - hatır sorması hiç olup gitti. Senin duygu kulağın sağırsa, gönül kulağın açık olmalı. Gönül kulağı, her şeyi duyar, işitir (Beyit: 3393 - 3395).
Huzurun ve mutluluğun anahtarı olan ‘’Gönül Kulağıyla Dinlemek’’ aynı zamanda son kalemiz aile içinde iyi bir iletişimin ön şartlarından da birisidir. Aksi durumlarda:
‘’Söyleyen ne söylediğini bilmez, konuşan ne konuştuğunu’’
Söyleyenden çok dinleyen arif gerek, aklımızla görüp, kalbimizle işitme temennisiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.