Yusuf Sezer

Yusuf Sezer

Tanzimat Fermanı: Modernleşme mi modern kölelik mi?

Tanzimat Fermanı: Modernleşme mi modern kölelik mi?

Tarihimizde çoğu tarihçi tarafından tartışılan ve muhtelif görüşlerin beyan edildiği bir husus olan Tanzimat Fermanı bizlerin bir nevi dönüm noktasını teşkil etmektedir. Nitekim Tanzimat fermanı hürriyetin, demokrasinin ve özgürlüğün Osmanlı imparatorluğunda miladı olarak kabul ediliyor.

İlk olarak sizlerle birlikte olayın tarihi seyrini tekrar hatırlamaya çalışalım.

3 Kasım 1839’da Sultan Abdülmecid döneminde Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşid Paşa tarafından okunmuştur. Gülhane Parkı’nda okunması nedeniyle Gülhane Hatt-ı Şerifi (Padişah Yazısı), Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu veya Tanzimât-ı Hayriye (Hayırlı Düzenlemeler) olarak da anılır. Bu fermânla devlet kendisini yenilemesi gerektiğini söylemiştir.

Osmanlı Devleti‘nde Hâriciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa’nın 3 Kasım 1839 tarihinde okuduğu “Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu” ile başladığı kabul edilen Tanzimat hareketi, görünen yüzüyle devlet işlerinde bozulan düzeni yeni baştan tesis etme amacındaydı. Ancak askerî, mülkî ve hukukî alanda hayata geçirilen reformlar, bir siyasî düzen değişikliğinden öteye geçmiş, Türk düşünce sisteminde de köklü bir değişmeye zemin hazırlamıştır.

Görüldüğü gibi Tanzimat Fermanının tarihi çizelgesini gözlerimizin önüne serdik. Şimdi perde arkasına odaklanma vakti.

PEKİ, TANZİMAT FERMANININ ARKASINDA NE GİBİ PROJELER YATIYORDU?

Bu hususta ilk inceleyeceğimiz şahıs dönemin Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa’dır.

Bu zat alenen kendi çıkarları ve de daha üste tuttuğu Avrupa devletlerinin menfaatleri uğruna Devlet-i Aliye’yi batıl tefekkürlülere peşkeş çekmiştir.

II. Mahmut zamanında Londra Büyük Elçiliğini ve Hariciye Nazırlığını yapan bu şahıs tam bir kukladır. Zira ülkeyi batılı devletlere bağımlı bırakan birçok anlaşmaya imza atmıştır. Hariciye Nazırlığı vazifesini yapıyorken Londra’da Büyük Elçilik vazifesi yapması çok manidar bir davranıştır.

Çünkü ülkenin bir paşası olacaksın ama Avrupa’da büyük elçilik yapıyorsun, bu da bizlere dışarıdan talimat aldığının bir göstergesidir. Balta Limanı Antlaşması ile ülkeyi ekonomik olarak bir krize sokup ülkenin pazarını ecnebilere bırakmıştır. Bunlarla yetinmeyip imparatorluğu çoğu kez yaptıklarıyla aşağılamıştır.

II. Mahmut vefat ettikten sonra toy bir genç olan 17 yaşındaki Abdülmecid tahta geçtiğinde Mustafa Reşid bu sefer bu tecrübesiz padişaha kancayı takacaktır.

Mustafa Reşid’in Batılı devletlerle içli dışlı olması onu Sultan Abdülmecid’e cazip hale getirdi. Bu sefer de genç padişahı peşine takıp emir aldığı yerlerin hükümlerini uygulattırıyordu. Ayrıca devletin mühim mevkilerine kendi yandaşlarını getirerek bir nevi paralel devlet oluşumu yapmıştır.

Mustafa Reşid 3 Kasım 1839’da Tanzimat fermanını ilan ettirerek devleti adım adım batılılaştırmaya açık hale getiren bir hamleyi başarmış oldu.

İkinci hususa geldiğimizde daha da mühim bir şahsı inceleyeceğiz. Yazıda da bahsettiğim gibi Mustafa Reşid Paşa kukla vazifesi görüyordu. Kuklanın ipleri ise Mustafa Reşid Paşa ve avenesini parlatıp iktidarda tutan Evanjelizm’in Osmanlı’daki siyasi temsilcisi ‘Lord Stratford Canning’tir.

Lord Stratfortd Canning denilen şahıs Osmanlı topraklarında 20 yıllık zaman zarfı boyunca İngiltere büyük elçiliği vazifesini yapmıştır.

Fanatik bir Hıristiyan olmasının yanı sıra Hıristiyanlığı yaymak için çeşitli misyonerlik faaliyetlerine iltihak etmiştir. Ve bu doğrultuda özel bir görevle Osmanlı imparatorluğuna gönderilip buradaki devlet yönetimini elinde tutarak büyüklerinin ona verdiği emirleri faaliyete geçirecektir.

Amaçları bariz bir şekilde malumdu. Osmanlıda yaşayan azınlık tebaasını ve Hristiyanları padişaha karşı kışkırtarak çeşitli imtiyazlar elde edip Osmanlının iç işlerine müdahil olmak. Bunun için ise yapılacak ilk hamle Osmanlının anayasasını oluşturan şeriat kanunlarını değiştirecek bir ferman olmalıydı.  Ayrıca bu hamle ile misyonerlik faaliyetleri boyunca Müslüman ahaliden çoğu mühtedi şahsı Hristiyan yapmak da mümkün olacaktı. Bu ferman öyle ince bir şekilde hazırlanmalıydı ki itiraz etmeyi bırakın bunu hürriyetin ve modernleşmenin miladı olarak saymalıydılar.

İşte üçüncü husus bu noktada devreye giriyor. Bu bizzat Tanzimat Fermanıdır. Zira aydın zümrenin ekseriyeti ki buna padişah da dahil olmak üzere Tanzimat’ı bir kurtuluş yolu olarak görüyordu.

PEKİ, TANZİMAT FERMANINDA YER ALAN MADDELER NELERDİ?

Sizlere bazı maddelerin arasına sıkışmış ve hayati önem taşıyanları söyleyeceğim.

İlki; devletin geri kalmışlığı ve sistemin hantallığından bahsederek reçeteyi Avrupai yasal düzenlemelerde bulması.

Burada batılılaşmanın önü tamamen açılmıştır.

İkincisi ise ceza kanunlarının gözden geçirilip yeniden düzenleneceğini ifade eden maddedir.

Burada ise şeriat hükümlerinden gerekli olanlarını misyonerlik faaliyetlerinin daha kolay zerk etmesi için değiştirileceği saklıdır.

Üçüncüsü de özel mülkiyet yasasıdır.

Zira bu madde sayesinde İslam beldelerinde birçok misyonerlik faaliyeti yapacak teşkilat ve kurumlar açılarak azınlıkları isyana teşebbüs ettirmişlerdir. Ayrıca bu maddeyle birçok gayrimüslim toprak satın alarak imparatorluktan kopuşları hızlandırmıştır.

Ne yazık ki maddelerin arka yüzü o kadar masum görünmüyordu. Ağ Bab-ı Ali’de derin örülmüştü. Evanjelist misyonerler Müslüman halkı sekülerleştirmeye çalışırken Lord Canning’te imparatorluğun idaresine tahakküm kurmuştu.

Bu ferman ile birlikte menfi emellerine daha da çabuk ulaşacaklardı. Fermanın ilanından sonra artık İmparatorluk dönüşü olmayan bir noktaya gelmişti. Çaresizliğin en büyük kanıtlarından biri ise Islahat Fermanı’dır. Çünkü Islahat Fermanı Tanzimat Fermanının tamamlayıcısı olmakla birlikte aynı güce hizmet ediyordu.

Kağıt üzerinde harikulade bir reçete gibi görülen Tanzimat Fermanı aslında halkı batılı devletlere bağımlı bırakacak bir zehirden farksızdı. O yüzden özgürlük değil kölelik getirerek koca bir imparatorluğu ve beraberinde gelen şanlı tarihi hakir görüp yok etmiş ardından da batılı güçlerin karanlık sokağında mahsur bırakmıştır.

Zira Tanzimat Fermanı ve modernleşme adına atılan tüm inkılap ve ıslahatlar bizi muasır medeniyetler arasına çıkarmadı. Aksine bizleri endüstriyelleşen sanayi devletlerine bağımlı bırakarak maddi ve manevi manada sömürülmeyi sağladı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Sezer Arşivi