Nerede kaldı ahilik?
17 günlük tam kapanmaya galiba en çok bayramda uyuldu. Bizim gibi bayram da olsa işinin başında olanlar için bunun en iyi göstergesi trafik.
Hani tabir-i caizse caddelerde in cin top oynuyordu desek yeridir. Sanki geçen yıla göre daha dikkatliydi vatandaşlarımız.
Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı verilere bakarsak tam kapanma amacına ulaşmış görünüyor. Bu günlerde günlük hasta sayısı 10 binli rakamlarda olsa da gelecek birkaç günde rakamların daha da aşağılara ineceği öngörülüyor.
Zaten kapanma öncesi hedefte günlük vaka sayısının 5 binin altına inmesiydi.
Kapanma bitti, kademeli normalleşme dönemi başladı. Sokaklarda hareketlilik başladı. İnsanımızın yüzünde bir umut. Herkesin içi kıpır kıpır.
İnşallah geçen yılki gibi olmaz, daha tedbirli olmayı başarabiliriz.
İnanalım ki güzel günler yakın.
Açıklanan kademeli normalleşme genelgesine baktığımızda tartışılabilecek noktalar var. Beklentiler de. En büyük beklenti ayakta kalmaya çalışan esnafla ilgili. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu farkında ve bu beklentileri karşılamak için var gücüyle çalışıyor. Özellikle salgının başından beri işletmeleri kapalı esnafın hayatta kalabilmesi için hem de pozitif ayrımcılığa ihtiyacı var hem de hepimizin desteğine.
Salgın sürecinden etkilenen esnafımıza sahip çıkmazsak yarın bizim için çok geç olabilir. Esnafımız ayakta kalamazsa her anlamda ama küresel ama ulusal tekellere teslim oluruz ki olan yine millet olarak bize olur.
Üç tane büyük market zincirinin fiyatlarla nasıl oynadığını görüyoruz. Daha beter hale gelmesi an meselesi.
Küçük esnaf varsa piyasada rekabet vardır. Rekabet varsa fiyatlar piyasada arz talep dengesine göre belirlenir. Küçük esnaf yoksa halkın cebi daha çok yanar.
Milletimizin mayasında olan ahilik geleneği tam da bu günler için var. Dün geçmişte kendisi siftah yaptığı için müşterisini siftah yapmamış arkadaşına yönlendiren esnaf gibi davranmak yerine nasılsa salgın yasakları bizi etkilemiyor, başkasından bana ne demeye başladıysak zaten baştan kaybetmişiz demektir.
Sıkıntı çeken esnafın derdiyle dertlenebilirsek, onun sıkıntısını gidermek için el birliğiyle mücadele eder, destek olursak hep birlikte kazanırız.
Burada elbette hükümet kadar meslek odalarına ve çatı örgütlerine de çok iş düşüyor. Meslek kuruluşları ve odaların, mensuplarının sıkıntıları konusunda kamuoyunu aydınlatmaları, sıkıntıları yetkililere çözüm için duyurmaları gayet normal. Bunu da yapıyorlar.
Fakat bugüne kadar büyük imkanlara sahip olmalarına rağmen üyeleriyle ne tür bir ekonomik dayanışma gösterdiklerine dair pek işaret yok. Varsa yoksa “hükümet şunu yapsın, hükümet bunu yapsın.” Meslek odaları bu sıkıntılı süreçte üyelerine sahip çıkmayacak da ne zaman çıkacak?
En azından TOBB, TESK ve TESKOMB gibi çatı kuruluşlar her şeyi devletten beklemek yerine neredeyse batmak üzere olan üyelerinin dükkân kiralarını ödemeli, tahsil edecekleri üye aidatlarını faizsiz olarak ertelemek yerine iptal etmeli. Gerekirse hibe imkânı tanımalı. Yani onlar da elini taşın altına sokmalı. Sorumluluğu sadece hükümete bırakmamalı. Eğer dayanışma kötü günde olmayacaksa ne zaman olacak?
Buradaki tek sıkıntı, salgından etkilenme derecesi aynı olmayanların eşit muamele istemesi. Devlete ve çatı örgütlere düşen öncelikle saha taraması yaparak en çok etkilenenden en az etkilenene doğru bir liste yapılması ve ona göre öncelik sıralaması yapılması.
En çok sesi çıkana değil, ses bile çıkarmaya mecali olmayanlara odaklanılmalı. Önceliği onlara vermeli.
Salgından dolayı dezavantajlı esnaf gruplarının yaşaması için hep beraber ve her kesimi içine alan bir hamle yapmaya ihtiyacımız var. Elbette devlet ve hükümet üstüne düşeni yapmalı, yapıyor yapacak da. Fakat toplumun her kesiminin üzerine düşen bir pay var. Ona rağmen devletten istediğini alanın dönüp de alamayanın haline bakmadığı bir dönemden geçiyoruz maalesef.
Sanki herkes benden sonrası tufan diyor. Böyle düşünmek bizim gibi büyük bir medeniyetin evlatlarına yakışmaz. Etrafımızda sıkıntı çekenler varken biz hiçbir olmamış gibi davranamayız, davranmamalıyız.
Yine açıklanan genelgeyle ilgili tartışılan noktalardan biri de 65 yaş üstü vatandaşlarımızdan 2 doz aşı olanlara sokağa çıkma yasağı kaldırılırken, sırası gelmesine rağmen aşı olmayanların kısıtlamaya tabi olması.
Gerçi salgının başından beri tartışılan bir konu bu. Aşı olmak mecburi yapılabilir mi? Bu konuda görüşler farklı. Olur diyen de var olamaz diyen de. Bu tartışma aşı pasaportuna kadar gidiyor. Yani uzun mu uzun.
Eğer birisi aşı olmak arzusunda değilse ve kendi iradesini kullanarak aşı olmak istemiyorsa onu zorla aşılamanın hukuki altyapısı yok. Kimisi toplum sağlığı diyerek alt yapı oluşturmaya çalışsa da yok. Yasal olarak onu zorlamak da mümkün değil.
Fakat bu genelgeyle görüyoruz ki aşı yaptırmayanlar cezalandırılıyor gibi. Yarın öbür gün birileri ayrımcılık yapılıyor diye Danıştay’a dava açabilir eli kulağındadır. Bu durumda cevaplamamız gereken bir soru var. O da şu; “biz bundan sonra aşı olmayanları dışarıya çıkarmayacak mıyız, hep kısıtlayacak mıyız, bazı hizmetlerden mahrum mu bırakacağız?’’
Neye göre, bu ne derece doğru, hukuki mi?
Bütün bunların net olarak ortaya konması ve cevaplarının bulunması lazım. Bu biraz insanları iradeleri dışında hareket etmeye zorlamak olmuyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.