Ülkedeki yıkım ekibi yine faaliyette
Türkiye’de yıllardır iki grup mücadele halinde. Zihniyetten bahsediyorum.
Biri yapım ekibi, diğeri yıkım ekibi.
“İstemezükçüler” de diyebileceğimiz yıkım ekibi, görev icabı Türkiye’yi çağdaş medeniyet seviyesine çıkaracak ne varsa ona karşı çıkar. Dün de öyle idi, bugün de öyle.
Düşünün, birçoğunun ideali “Küba” olan bir zihniyet.
Lafa gelince Türkiye’yi onlar kurmuştur. Fakat büyümesini ve gelişmesini istemezler. Onlar sadece ortaya konan projelere karşı çıkarlar. “Peki karşı çıkıyorsunuz madem, yerine alternatif bir proje teklifiniz var mı?” diye sorsanız, sesleri çıkmaz. Yoktur çünkü. Hiç olmadı da.
Çok partili sisteme geçtikten sonra halk tarafından tek başlarına iktidar yapılmadıkları için olsa gerek, sanki milletten intikam alıyorlar böyle yaparak.
Sorsan en medeni onlardır. Ülke onların tapulu malıdır. İstedikleri gibi davranır. İstediklerini aforoz edebilirler. Kendileri için herkesin yaşam alanına müdahale etmeyi bir hak ve görev kabul ederler. Hatta bu görevi onlara Atatürk’ün verdiğini iddia ederler. Sesleri çok çıktığı için de hep haklıdır onlar.
Bugüne kadar heykel ve kaldırım yapmaktan başka projeleri yoktur. Ondan olsa gerek ki tarihi bir çeşmenin musluğunu Genel Başkan eşliğinde değiştirir, icraat olarak topluma pazarlamaya çalışırlar.
Ya da çocuk kreşi temelini 12 Büyükşehir Belediye Başkanı eşliğinde atarlar. Tarihte ilk kez temel atmama töreni yaparlar. Metro projesinden kurtulmak için içini betonla doldururlar. Kendinden önceki iktidarın açılışını yapıp kullanıma sunduğu projeleri bile ben yaptım diye sahiplenip “ajans” üzerinden propagandasını yapar. Yetmezse bir yabancı banka ile yaptığı borç anlaşmasını canlı yayında imzalayarak halka icraat olarak pazarlar.
İcraat beklentisiyle seçildikleri belediyelerde genelde iki dönemi zor görürler. Halkın pişman olması için bir dönem yeter. İki dönem ya da daha fazla süreyle yönettikleri belediyeler ise genelde yaşam tarzınıza müdahale edecekler korkusunu pompaladıkları ya da kendi tabanının gettolaştığı yerlerdir.
Bu belediyelerde de en önemli icraatları ya kaldırım taşı değiştirmektir ya da heykel yapmaktır.
Çok sıkıştırırsanız, ülkeyi biz kurduk der ve Atatürk’ün arkasına sığınırlar. Atatürk onların dilinin ucundadır. İşlerine geldiğinde onlardan başka herkes Atatürk düşmanıdır. O kendilerinin çok sevdiği ama milletin çoğunluğunun gönlünde bir türlü yer tutamamış Milli Şeflerini bile Atatürk’ün arkasına gizlerler.
Ülkemizi bölmek için 40 yıldır uğraşanlara rağmen sınırlarımızdan bir adım dışarı çıkmamak için “Yurtta sulh, dünyada sulh” mottosuna sığınırlar da Atatürk’ün işaret ettiği Türkiye’yi çağdaş medeniyet seviyesine çıkarmak isteyenleri paçalarından çeker, engellemek için her şeyi yaparlar. Ya da “İstikbal Göklerdedir” hedefine doğru koşar adım gidenleri itibarsızlaştırmak, yaptıkları çalışmaları değersizleştirmek için ellerinden geleni yaparlar.
Yaklaşık 500 yıl yönettiğimiz topraklardaki insanları, I. Dünya Savaşı’nda bizi arkamızdan vurdular diye düşman ilan edip bugünkü torunlarını aşağılayanlar, bu cennet vatanı işgal edip onca zulüm yapan Avrupalı devletleri bize dost ve arkadaş olarak dayatırlar. Bırakın Avrupa’ya sırt çevirmeyi, yüzünüzü azıcık çevirseniz eksen değiştiriyoruz, Ortadoğululaşıyoruz diye feryada başlarlar.
Onlar medeniyetin beşiği olarak batıyı görür, kendi mensubu oldukları milletin kim olduğundan habersiz, genetik kodlarına yabancıdır. O hayran oldukları batının orta çağ karanlığını bize bulaştırmaya çabalarlar. Oysa batının orta çağ karanlığı yaşadığı dönem, bizim en parlak medeniyet dönemlerimizdendir.
Onlar için batı çapadır. Olmazsa olmazdır. Müslüman olmayı gericilik ve yobazlık olarak görürler de diğer dinler ye da dinsizlik medeniyettir onlar için.
Ülkede taş taş üstüne konmasın isterler. Bugüne kadar da en çok bu ülkede taş taş üstüne koyan kim varsa hakim medya gücü eliyle itibarsızlaştırmaya çalıştılar. En çok onlarla dertleri vardır. Ülkeye hizmet edene kan davası güderler.
Onlar, azgın azınlıktır. Çoğu zaman haklı olmadıkları için sesleri çok çıkar. Etkili de olurlardı eskiden. Fakat artık devir değişti.
Ne yapsalar olmuyor. Yaklaşık 10 seçimdir, ha oldu ha olacak diye kitlelerini bir arada tutmaya çalışıyorlar. Tek motivasyonları Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı ve yaptıklarına körü körüne muhalefet.
Şimdi de Kanal İstanbul’a karşılar. Geçmişte karşı oldukları şimdiki adıyla 15 Temmuz köprüsü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli, İstanbul Havalimanı gibi.
Şükür ki karşı olsalar da yaptırmamak için her şeyi yapsalar da projeler tamamlandı ve milletimizin hizmetine sunuldu.
Yine öyle olacak.
Kanal İstanbul’a karşı çıkma sebepleri, Montrö ile başladı, erkeklerde kısırlığa sebep olacağa kadar geldi. Bu proje sebebiyle İstanbul’un su kaynakları yok olacak diyen mi ararsınız, yoksa büyük İstanbul depremini tetikleyecek diyeni mi? Ne ararsan var.
Üstelik itirazlarına kılıf bulmanın yolu bir veya birkaç akademik unvanlı insanın açıklamasıdır. Bilimsel dedikleri itirazlar sanmayın ki bilimsel bir çalışma ürünü, sadece ve sadece bilim adamı görünümlü yandaşlarının hiçbir bilimsel çalışmaya dayanmayan kişisel görüşleridir.
Kanal İstanbul projesine katılacak firmaları ve kredi verecek finansörleri tehdit ederek vazgeçirmeye, projeyi akim bırakmaya çalışıyorlar. Her zaman yaptıkları gibi.
Haklarını yemeyelim, bu büyük projelerle ilgili zaman zaman teklifleri de olmuyor değil. O da “Adı Atatürk olsun” teklifi. Yani önce engellemek için her şeyi yapıyorlar. Baktılar olmadı, engelleyemediler. Bari adı “Atatürk” olsun diyorlar.
Tıpkı Kanal İstanbul’da olduğu gibi. Bir Grup Başkan Vekilinin, Kanal İstanbul’un adının değiştirilmesi için teklif vereceklerini açıklaması gibi.
Öbür tarafta da onca işi yapıp ülkeyi kalkındırmaya, taş taş üstüne koymaya çalışan bir kesim var. Dünyanın hayranlık duyduğu, parmak ısırdığı projeleri bir bir gerçekleştiriyorlar ama azgın azınlığın gürültüsü içinde millete anlatamıyorlar.
Artık acizlik mi dersiniz yoksa yükü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sırtına yüklemiş olmanın rahatlığı mı? Ne derseniz deyin. Gerçek bu.
Bir tarafta musluk açılışı yapıp onu icraat olarak pazarlama yeteneğine sahip bir kesim. Bir tarafta ise dünya ölçeğindeki icraatları saymakla bitmeyen bir iktidarın “anlatamama” problemi.
Neyse ki icraatlar ve ortaya konan eserler o kadar büyük ki susanlara inat kendi kendilerini anlatıyor.
Tıpkı “Sen sus gözlerin konuşsun” repliğindeki gibi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.