Katılım Bankacılığına Dair-6
Ekonomi bilimi bugün ana akım ekonominin kabul ettiği şekliyle; ‘sınırlı kaynaklarla sınırsız insan ihtiyaçların nasıl yönetileceği’ ile ilgilenir. Oysa kaynaklar sınırlı olsa bir aşamada insanlığın ihtiyacını karşılayamaması, dolayısıyla insanlığın sonunun gelmesi gerekir. Gerçek böyle olmadığı gibi insan refahı geçmiş birkaç yüzyılla karşılaştırıldığında inanılmaz bir şekilde yükselmiştir. Bu yüzden günümüz insanının bilinçaltına yerleşen bu felsefe (kaynakların sınırlılığı ihtiyaçlarının-isteklerinin sınırsızlığı), vuzuha kavuşturulması gereken bir iddia olarak ele alınmalıdır.
18. yüzyılda kurumsallaşan kapitalizmin günümüze yansıması olan bu ön kabul, aslında aradan geçen 200 yılı aşkın süre içerisinde çökmüş olmalıdır. Zira “sınırlı” olarak tanımlanan kaynakların, dünya nüfusu 7-8 kat (Birleşmiş Milletlere göre dünya nüfusu 1800 yılında yaklaşık 1 milyar idi) artmasına rağmen insan ihtiyaçlarını karşılamadaki üstünlüğü yapılan tanımla çelişmektedir.
Sünnetullahın bir gereği olarak insanlık kendisini yenilemekte ve keşfedilen yeni kaynaklar ve icatlarla insan hayatı kolaylaşmaktadır. 100 yıl öncesinin üretimi ile bugünün ihtiyaçlarının karşılanması mümkün olmadığı gibi, bugünün üretimi ile de 100 yıl sonrasının ihtiyaçları karşılanamaz. Zira yine BM tahminlerine göre 2100 yılında dünya nüfusunun 11,2 milyara ulaşması beklenmektedir. Bu sayı bugüne göre %50’ye yakın bir artış demektir. Ancak insanlığın bir yüz yıl sonra hayatı daha da kolaylaştıran hangi keşifleri yapabileceğini şimdiden tahmin etme şansımız yoktur. Yüz yıl önce hayatı kolaylaştıran bugünkü keşiflerin tahmin edilemediği gibi…
İslam ekonomisine göre ihtiyaçlar sınırsız-sonsuz olmadığı gibi isteklerin sınırlandırılması da gerekir. Ayrıca da kapitalizmin sınırsız tüketim kültürü, insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Zira bu yaklaşım oluşturduğu çok derin gelir dengesizlikleri nedeniyle iç çatışmalar yanında göç gibi, bölgesel çatışmalar gibi, terörizm gibi, enerji savaşları gibi uluslararası sorunlara hatta savaşlara yol açmaktadır. Aşırı tüketim nedeniyle oluşan ağır kirlilik ozon tabakasını da aşındırarak gezegeni zararlı ışınlara karşı korumasız bırakmaktadır.
İslam (Hukuku) hayatı öylesine çepeçevre kuşatmıştır ki; insanın karşılaştığı her hususa bir cevabı vardır. Ancak bu ilk etapta akla gelenin aksine değişmez, bir başka deyişle durağan (statik) bir durumu temsil etmez. Ya da kimilerinin iddia ettiği gibi bir bütün olarak dogma veya tabu değildir. İki temel kaide vardır zira… Bunlardan birisi eşyada aslolanın mübahlık (ibaha) olduğudur. İbaha hakkında kısıtlayıcı bir düzenleme olmayan bir hususun serbest olduğu ilkesidir. İslam hukuku ve ekonomisi de doğal olarak bu genel hüküm içerisinde değerlendirilir ve geniş bir mübah alan, yani yapıp yapmama konusunda bir serbestiyet söz konusudur.
Mübahlık çeşitli türleriyle sünnet ya da yine çeşitli türleriyle mekruh sınırından başlamak üzere olumlu ya da olumsuz tavsiyeler, kınamalar, sevaplar ya da yergilerle her iki yana da olumlu ya da olumsuz çeşitli uyarı noktaları konmuştur. Ve nihayet farz ve haram (emir) skalası… Burası kırmızı çizgi olup tercih hakkı söz konusu değildir.
İkincisi de zamanın değişmesiyle hükümlerin değişeceği… Yukarıdaki ilke (mübahlık) fukahanın görüşü olarak geniş bir kabul görmüşken; zamanın değişmesiyle hükümlerin değişeceği kaidesi bir İslam Hukuku metni olan Mecelle’de kendisine yer bulmuştur. Ancak kaçırılmaması gereken konu odur ki; bu kural, referans kaynaklarda hüküm altına alınmış konuları (farz-haram) içermez. Söz gelimi zaman değişti diye faiz herhangi bir şekilde helal olmaz. Buradaki değişiklik ulemanın içtihadına ilişkin olup, ulema aynı dönemde de birbirinden farklı hükümler vermiştir.
İşte bu her iki kaide İslam’ın dinamik yanını, dolayısıyla da evrenselliğini temsil eder. Zira bir yanda geniş bir hareket alanı (ibaha), bir yanda günün ihtiyaçlarına cevap veren içtihatların varlığı, elbette kıyamete kadar geçerli olan Allah’ın dinine ilişkindir. Farz-haram çizgisinin neden değişmeyeceğine gelince; o da gerçekte insanın beden-ruh, dünya-ahiret, toplumun bugünü-geleceği için kendi sınırlı aklıyla hikmetini çözemeyeceği alan (dünya-ahiret, kişi-toplum faydası=maslahat) olduğundan… değişmez.
O halde bütün bu temel ilkeleri günümüze uyarlama bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer ekonomik modelin de içerisinde olduğu bir sistem geliştirilmezse sonuç entegrasyon, globalizasyon, modernizm… adı altında kültürel hadım olacaktır. Önemli ölçüde olmuştur da zaten… Bu yüzden müslüman olsun-olmasın bütün insanlığın dikkatini çeken bir iddianın ortaya konulmalıdır. Soyut olan hükümlerin insanı tatmin edecek şekilde somuta indirgenmesi gerekir.
Gerçekten de makul bir yaklaşım geliştirilirse, bütün insanlığın ilgisini çekmek mümkün olacaktır. Bugün bilinçaltına yerleşen yanlış ön kabullerden dolayı faizin haramlığı mevcut ekonomik ilişkilerle açıklanamıyor. Bu, faizin haramlığındaki soruna değil, kafamızdaki soruna refere eder. Bir miktar da olsa katılım bankalarının varlığı bu yönde ileri bir adımdır.
En önemli hususlardan birisi de referans kaynakların ‘mesajını’ kavrayabilmektir. Zira şartları değişmiş bir dünyada sadece geçmişte verilmiş hükümlerle yetinmek, bu mesajın anlaşılamadığının göstergesidir. Bu, referans kaynaklar olan Kur’an ve sünnetin geri plana itilmesi değil, daha doğru ve güncel anlaşılması bakımından gereklidir. Vesselam…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.