Mustafa AYCAN

Mustafa AYCAN

Beyhude Gündeme Meze Oluyor Ömür

Beyhude Gündeme Meze Oluyor Ömür

Sevgili dostlar öncelikle geçen haftaki yazıma göstermiş olduğunuz yoğun ilgiden dolayı şükranlarımı sunuyorum. Sağ olun var olun.

Dünya,  öylesine süratli dönmeye başladı ki, hızına ne biz, ne de bizi yönetenler yetişemez oldu. Zannımca bu hızı ayarlayanlar bu ara kartları yeniden dağıtıyorlar, akla ziyan gelişmeleri ipteki cambazı seyredercesine izlemekten anlamaya çalışmaktan başka elimizden bir şey gelmediğinden, köşe başlarında muhabbetini yapmak görevi de bizlere kalıyor. İşin aslı havanda su dövüyoruz.

Başımızdaki popüler gündemimiz geçim, zam, döviz, altın ve siyasi gündemleri toplum olarak daha bir karara bağlayamamışken, nur topu gibi bir gündemi daha verdiler kucağımıza; Ukrayna.

Hadi bakalım! Lokal gündemi yetiştirip daha ilkokula bile başlatamamışken, şimdi bir de global bir evlat sahibi olduk. Nasıl olacak bu çocuk okur mu? Ailemize maliyeti ne olur? Komşular ne der? Velhasıl işin zor kısmı yine bizde bu kadar yoğun gündem içinde kablo yakmayan beyinler mükafatlandırılmalı.

2 yılı aşkın zamandır pençesini üzerimizden çekmeyen pandemi süreci bile, her şeyin başı sağlık ilkesini hayatımızın olmazsa olmazı yapmaya yetmedi.

Elbette çoğunluktaki kesimin, lokal gündemimiz olan zamlar, geçim sıkıntıları, işsizlik gibi gündelik yaşamımızın içinde olan, yaşam kalitemizi belirleyen konulardan arınması mümkün değil, akşam eve ekmek götürme mecburiyeti olan anne, babaya takılma bu gündemlere demek sadece alay konusu ise mümkün olur.

Bu fedakar kesimi tenzih ederek.

Acaba çok mu boş yere üstesinden gelemeyeceğimiz konularla tüketiyoruz ömrümüzü. Sanki beyhude gündeme meze oluyor ömür.

Sağlıktan, huzurdan vazgeçip, ekonomik olarak daha iyi şartlarda yaşamak, daha iyi ev daha iyi araba, daha elit tatil, daha marka kıyafet... Bu mu kavganın temeli?

Toplumsal olay kavgalarını vermekten, bireyseldeki ömrümüzü beyhude tüketiyoruz gibi geliyor bana.

Sürekli bir biriktirme peşindeyiz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük.

Bu gündemlerle kendi kapasitem nispetinde beyin jimnastiği yaparken, bir hikaye geldi hatırıma. Yine bir hikaye ile pekiştirelim isterim anlatmak istediğim konuyu.

Tolstoy’un "İnsan Ne İle Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar kat ettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa AYCAN Arşivi