Mustafa AYCAN

Mustafa AYCAN

Karton Bardak

Karton Bardak

Geçtiğimiz günlerde, ilimizde oldukça yüksek bir mevkide görev yapmış, ancak son zamanlarda konjoktür gereği kızağa alınmış bir dostumla karşılaştım. Aslında bu dostumuz oldukça mütevazı, liyakat çerçevesinde işgal ettiği makama (bence) pek münasip olmasa da, hakka, hukuka riayet etmeye çalışan, beyefendiliği ve nezaketiyle tanınan bir şahsiyet idi. Dostumuza daha önce idareci olduğu birimde, biraz daha açmak gerekirse binanın hükmettiği o katında ayak üstü sohbetimizde fark ettim ki, o emrinde çalışan, ceketini iliklemeden kapısının önünden geçemeyen personel arkadaşlarımız, güzergâhı kullanan diğer ahali, kimi yolunu değiştiriyor, kimi elini havaya kaldırarak selam işareti vermek suretiyle yoluna devam ediyordu. Hadi hak geçmesin diye belirtelim birkaç kişi de “hoş geldiniz müdürüm” diye hal hatır soruyordu. Oysa bu arkadaşların bir kaçına şahsi anlamda bile iyiliği dokunmuş babacan bir adamdı dostumuz.

Oysa makamlara ne kadar liyakatli atamalar yapıldığını tartıştığımız şu dönemde, mevcut birkaç emsaliyle kıyaslandığında, o kadarda hak etmeyen bir idareci değildi kendisi. Ancak o koltukta uzun süre oturmuş olması, onda da bir güç zehirlenmesine sebep olmuştu. Bu kısa karşılaşmada yaşananlar, etrafının davranışı o süreçteki halden kaynaklanıyor olsa gerek.

Özetle, Nasrettin Hoca'nın “ye kürküm ye” hikayesinin, o gün bir kez daha tescillendiğine şahit oldum.

O günkü gözlemim, çoğumuzun şahit olduğu üzere devletin koltuğunda oturan idarecilerimizin çoğu, koltukta geçen uzun sürenin sonunda karakter değişimi ve güç zehirlenmesine götürüyor olmalı. Kendisi olmazsa o birimin yıkılacağı, kaos çıkacağı, onsuz işlerin asla yürümeyeceği duygusu da cabası olsa gerek. Aslında oda biliyor ki mezarlıklar vazgeçilmezlerle dolu. Nedense bir süre sonra insan o makamın geçici, insanlığın baki olduğunu unutmaya başlıyor. Şaşaa ikram ve iltifat gözü kör ediyor olsa gerek. İnsanoğlu hiç bir zaman makam mevkinin geçici olduğunu kavrayamayacak galiba. O güç zehirlenmesi dediğimiz etki yazık ki her bünyede farklı sancılar bırakıyor.

Halbuki, şair Hüseyin Gürsoy'un Öldü Şiiri çok da güzel anlatmış, makamın, şanın, şöhretin final kısmını. (internette bulup okumanızı tavsiye ederim).

Evet sevgili dostlar, bu haftayı da, yaygın olarak bilindiğini düşündüğüm bir hikaye ile sonlandıralım isterim.

“Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti... Elinde kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı. Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.

Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı... Derin bir nefes aldı ve “Biliyor musunuz ne düşünüyorum?” diye sordu,

“Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum. Tek bir fark vardı; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu. Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu. Beni önce bir otele götürmüşlerdi. Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı. Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı. Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi.

Özel bir kapıdan içeri almışlardı. Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi. Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.”

Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti

“Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.” bir an durdu ve sonra “Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum. Beni hava alanında kimse karşılamadı. Otele taksi ile geldim. Kendi odama kendim çıktım. Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile. Sonra da bulabildiğim yerde oturdum. Canım kahve istedi ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi. Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.” Seyirci gülmeye başlamıştı. “Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı. Makamıma sunulmuştu.

Benim asıl bardağım işte bu.”

Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi. Alkışlar bitince de şunları söyledi;

“Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir. Size ait değildir.

Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı halefinize verirler...

Çünkü aslında hep layık olduğunuz kağıt bardaktır.”

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa AYCAN Arşivi