Fahrettin Damga

Fahrettin Damga

Mesele hiç ağaç olmamıştı zaten

Mesele hiç ağaç olmamıştı zaten

Günümüzde hala devam eden ve ülkemize karşı yapılan saldırıların miladı kabul edebileceğimiz bir sürecin 8. yıl dönümündeyiz.

Gezi Süreci’nden bahsediyorum. Olayların başlangıcında kadim coğrafyamız da karışıktı. Arap Baharı karşı bir saldırıyla püskürtülmeye çalışılıyordu.

Arap Baharı, Müslüman coğrafyada batı destekçisi yönetimlerin yıkılıp yerine müslüman halkın seçtiği yöneticilerin gelmesiyle sonuçlanmaya başlamıştı. Batı ve İsrail açısından bu pek kabul edilebilir değildi.

Şubat 2011’de 40 yıl sonra Hüsnü Mübarek yetkilerini yardımcısına devrederek yönetimden ayrılmak zorunda kalmıştı.

Mısır’da başlayan sürecin en büyük sonucu Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanı olmasıydı. Mısır neredeyse tüm Arap coğrafyasının yüzünü döndüğü ülkedir. Orada yaşanan değişim ve Mursi eliyle tüm coğrafyayı özellikle de körfezi etkileme gücüne sahipti. Bu da alarm zillerinin çalınması için yeterliydi.

Arap Baharı’na karşı ilk direniş, 15 Mart 2011 yılında başlayan halk hareketlerine karşı batının ve körfez ülkelerinin halk düşmanı yönetimlerin Beşar Esad’a verdiği destekle başladı. Esad halkının demokratik taleplerine Türkiye’nin bu yöndeki telkinlerini de dikkate almayarak sert karşılık verdi. Olaylar iç savaşa dönüştü ve malum olduğu üzere hala devam ediyor. Ülke fiili olarak 3 parçaya bölünmüş durumda.

Gezi Süreci başladığında Mısır’da da ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Mursi’ye karşı muhalif halk kitleleri meydanlara çıkartılmış ve ordunun yönetime el koymasını istiyorlardı.

Mursi yönetimindeki Mısır’ın en büyük destekçisi Türkiye idi. O sebeple de hedefe konmuştu. Hesap kesmek isteyenler aynı dönemlerde hem Türkiye hem Mısır’da operasyona girişmişlerdi. Sonuçta Mısır’da başarmış Mursi’yi devirmiş Arap Baharı’nı tersine çevirmeyi başarmışlardı. Şimdilik destekçi rejimleri için tehlikeyi savuşturmuşlardı.

Çevreci bahaneyle başlatılan ve tüm ülkeye yayılan Gezi Süreci sonucunda istedikleri olmadı. Gösteriler bastırıldı.

Olaylar başladığında 2013 yılı Mayıs ayının sonlarıydı. Taksim’de Gezi parkı içerisinde 5 ağacın sökülüp yerlerinin değiştirilmeye çalışılmasını bahane eden sözde çevreci bir eylemdi. Fakat kısa süre sonra gayet iyi planlanmış bir darbe girişimi olduğunu hep beraber gördük.

İçimizden kimilerine göre ilk başta bir çevreci eylem olarak başlamıştı ama sonra bazı marjinal gruplar tarafından eylem inisiyatifi ele geçirilerek hükümeti yıkmaya dönük bir darbeye dönüştürülmüştü.

Olayla ilgili ilk görüntülerde dönemin HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder kepçenin üzerine çıkarak sözde ağaçların sökülmesini engellemeye çalışıyordu.

Sözde sanatçı ve halen olaylardaki rolü sebebiyle yargılanan ve yurt dışında bulunan Mehmet Ali Alabora attığı twitte ‘’Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel’’ diyerek niyeti ortaya koyuyordu.

Gerçekten öyleydi. Mesele ağaç değildi, hiç de olmamıştı.

Sosyal medyadan yapılan çağrılarla eyleme destek giderek çoğaldı. Özellikle sosyal medya platformu Twitter üzerinden örgütleniyordu eylemciler. İnanılmaz bir organizasyonla hareket ediyorlardı. Polisin hangi sokakta olduğu, yaralanan olursa ilaç alabilecekleri eczanelerin bölge bölge isimleri, lüzumu halinde destek isteyebilecekleri avukatların isim ve numaraları, yemek ihtiyacı olanlara nerelerde yemek dağıtıldığı an be an hesaplardan yayınlanıyordu. Türkiye böyle bir organizasyonla ilk kez karşılaşıyordu.

Görünürde henüz hükümetin yanında olan fakat bazı bilinen mensuplarının Gezi Parkı’nı ziyaret etmeye başlamasıyla kafasını göstermeye başlayan FETÖ’nün eylemcilerin sosyal medya organizasyonunun taşeronu olduğunu çok sonraları öğrenebilecektik.

FETÖ, Gezi Süreci’nin başından beri ilişkide olduğu sivil-polis-asker bileşenleriyle eylemcilere gizli gizli destek veriyordu. Kimi zaman polis olarak eylemcilere gösterdikleri müsamaha, kimi zaman aşırı sert uygulamalarla olayları tahrik ederek. İçeriden sinsi sinsi hükümetin altını oymaya başlamışlardı.

Günler geçtikçe tatlı su devrimcileri epey heyecanlanmaya başlamışlardı. Sanki başaracaklardı. Sözde devrim ateşini yaklaşmışlardı. Sosyal medya hesaplarına bakarak bu heyecanı görmek mümkündü.

Taksim Gezi Parkı hükümete meydan okuyanların yatılı merkezi haline dönüştürülmeye başlanmıştı. Mısır’daki Tahrir Meydanı İstanbul’un göbeğine taşınmaya çalışılıyordu. Ne olduysa daha sonra FETÖ mensubu oldukları ortaya çıkan polislerin içinde insanlar varken park içerisinde kurulmuş çadırlarını yakmasıyla oldu.

Olayların kıvılcımı oldu çadırların yakılması. Eylemler birden bire kabuk değiştirdi. FETÖ olayların gidişatını değiştirmişti.

Artık her geçen gün marjinal grupların polise saldırdığı,sivil resmi demeden ellerine geçirdikleri araçları kırıp döktükleri, belediye otobüslerini, canlı yayın araçlarını yaktıkları, etraftaki dükkanları yakıp yıktığı,yağmaladığı bir eyleme dönüştü. Olaylar sadece İstanbul’la kalmadı Anadolu’ya da yayıldı.

Tencere tava, düdük sesleri, evlerin lambaları yakıp söndürülerek eylemcilere halk desteği sağlanmaya çalışıldı.

Eylemlerde özellikle Alevi kökenli vatandaşlarımız kullanıyor ve zarar görmeleri sağlanarak, geniş kitlelerin tahrik edilmesi sağlanmaya çalışılıyordu. Zira süreçte hayatını kaybedenlerin neredeyse tamamı Alevi kökenli vatandaşlarımızdı. İki de polis memurumuz şehit edilmişti.

Futbolda FETÖ eliyle Fenerbahçe’ye karşı yapılan operasyon sonucu taraftar tahrik edilmiş ve ileride yapılması planlanan olaylara katılımı hedeflenmişti. Fakat Aziz Yıldırım yönetiminin kendileri zarar görmüş olmasına rağmen osütre gerisindeki FETÖ’yü tespit etmiş olmalarından dolayı küçük bir kısmı hariç Fenerbahçe taraftarı olaylarda aktif olarak yer almamıştır.

Organizatörler aradıkları organize insan gücünü bir Gençlerbirliği maçı sonrası FETÖ mensubu polislerin çoluk çocuk demeden Beşiktaş taraftarını biber gazlarıyla tahrik edip coplamasıyla bulmuşlardı. Bundan sonraki olaylarda Beşiktaş’ın Çarşı grubu ideolojik yaklaşımının da etkisiyle olaylarda en önde görünmeye başlamıştı.

Artık marjinal gruplar Kadıköy ve Beşiktaş’ta parklarda forumlar yaparak hükümeti nasıl yıkacaklarını tartışıyorlardı.

Yabancı basın da olaylara müdahil olarak olayları körükleyen yayın yapıyordu. Hatta Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nin eylemciler tarafından basılmasını bekledikleri oradan canlı yayın yapma hazırlığında oldukları da ortaya çıkmıştı.

Gerçekten eylemciler Başbakanlık Ofisi’ni basmak istemiş hatta birkaç eylemci çatıya çıkmayı da başarmışlardı. Fakat becerememişlerdi. Orada görevli vatan sevdalısı az sayıda polis saldırıyı engellemişti. Yabancı basının akbabalarının da beklediği olmamıştı.

Resmi Başbakanlık Ofisi’nin eylemciler tarafından ele geçirildiğini ve oradan yabancı basının canlı yayın yapıp dünyaya duyurduğunu düşünün. Neler olurdu?

Şükür yapamadılar.

Tüm iç ve dış desteğe rağmen dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı ve dirayetli tutumuyla olaylar bastırıldı.

Oysa olaylar ilk başladığında Başbakan Erdoğan daha önceden planlandığı için Fas gezisine çıkacaktı. Kimileri olaylar sebebiyle gezinin iptal edilmesini isterken Erdoğan gitti. Erdoğan giderken bugün Sedat Peker’in videolarında karakolda dövdürdüğünü iddia ettiği eski vekil ‘’Kapıları kapatın, kaçıyor’’ diyordu. Aynı eski vekil bugün İngiliz İstihbarat Örgütü MI6’nın başkanı olan Richard Moore İngiliz Büyükelçisi olarak Türkiye’ye atandığında iyi Türkçe konuşmasını bahane ederek Twitter takipçilerine onu arkadaş olarak eklemeleri konusunda referans olan kişidir.

Erdoğan’ın yerine vekalet eden Bülent Arıç ise Gezi Platformu üyelerini makamında kabul edip taleplerini almıştı. Hatta toplantı sonrası yaptığı açıklamada ‘’Mesaj alındı’’ demişti. Fakat aldığı mesajın ne olduğunu biz hala bugün de bilmiyoruz.

Gezi Platformu üyeleri toplantı sonrası yaptıkları açıklamada ne istediklerini ifade edip dertlerinin ağaç olmadığını da ifşa ettiler. İstedikleri şeyler Türkiye’nin Yavuz Sultan Selim Köprüsü dahil bugün hizmet veren İstanbul Havalimanı gibi büyük projelerinin durdurulmasıydı.

Kendilerince hükümete ültimatom vermişlerdi ve Başbakan Vekili Arınç da bu mesajın alındığını ifade etmişti. İddia odur ki o sırada Fas gezisinde olan Başbakan Erdoğan’ın Arınç’ın bu açıklamasını elindeki tabletten izlemiş ve Arınç’ın sözlerini duyduktan sonra elindeki tableti sinirinden yere fırlatıp kırmıştı.

Gezi Platformu’nun durdurulmasını isteyip engelleyemediği projeler daha sonra 17-25 Aralık 2013’teki FETÖ darbe girişiminde müteahhitlerinin tutuklanıp mal varlıklarını dondurmak yoluyla engellenmek istense de girişimi başarılı bir şekilde bertaraf edilmişti.

Gezi ile başlayan süreç her bertaraf edilen saldırıdan sonra başka bir olayla tezahür etmiş ve 15 Temmuz’la en üst seviyesine ulaşmıştır. Bugün yeni versiyonu Sedat Peker kasetleriyle tedavüldedir.

Dün Fenerbahçe camiasına Aziz Yıldırım’ı ve yönetiminden yanında olanları verin her şey düzelecek diyenler, bugün hala Erdoğan’dan vazgeçerseniz ülke düzlüğe çıkacak diyorlar. Oysa bu sözlerin sadece Fenerbahçe’nin bugünkü durumuna bakarak ne kadar güvenilir olduğu ortada.

Yaklaşık 8 yıllık süreçte iç ve dış saldırılar başarılı olamadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da halkına dayanıp Demirel gibi şapkasını alıp gitmeyerek mücadele ettiği ve halkın çoğunluğu öyle istediği için bugün hala görevinin başında.

Gezi olayları 1853-1856 arasında yaşanan Kırım Savaşı’ndan bu yana bu topraklarda faizlerin en düşük yani %4,61 olduğu ve IMF’ye olan borcumuzun bittiği ay sonunda başladı. Yani ekonomik göstergelerin en iyi olduğu dönemde başladı. Sürecin Türkiye’ye dolaylı maliyeti 120 Milyar $’ı buldu.

Elbette sadece bununla da sınırlı kalmadı. Özellikle ekonomik göstergelerde başlayan bozulmalar, 8 yıl devam eden saldırılarla daha da sıkıntılı bir hal aldı. Bu gün de pandeminin etkisiyle birleşerek devam ediyor.

Gezi öncesinde 1,70-1,80 bandında hareket eden dolar kuru süreç sonunda 2,39'a kadar yükseldi., Söz konusu yükseliş sonucu Merkez Bankası, Ocak 2014'te 550 baz puanlık faiz artırımına gitmek zorunda kaldı. Faizler yüzde ayda yüzde 9,25’e yükseltildi.

Süreç öncesi yüzde 6,13'e kadar gerileyen yıllık enflasyon, sonraki 3 ayda yüzde 8,88'e kadar yükselirken, yatay bir seyir izleyen işsizlik oranı da yüzde 9 seviyelerinden önce yüzde 10 sınırına, ardından yüzde 10,6'ya kadar çıktı.

Etkisi günümüze kadar süren süreçle ilgili mücadele devam ediyor. Hem de tüm hızıyla.

Onlar saldırıyor ülke sevdalıları savuşturuyor.

Bağımsız, Müslüman Büyük Türkiye sevdası devam ettikçe de bu mücadele devam edecek.

Allah (C.C) yardımcımız olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fahrettin Damga Arşivi